On Dördüncü Bölüm: “İşte Rüyalarınızdaki Prenses!”

John Denver – Annie’s Song

Ji Ah o geceyi bölük pörçük anımsıyordu: Her şey bir kabustan parçalar gibiydi… Genç kız kendini karlarla kaplı bir dağın yamacında görüyor, üzerine doğru gelen dev bir çığ dalgasını dehşet içinde izliyordu. Çığ ona hızla çarpınca başında şiddetli bir sancı hissediyordu Ji Ah. Bir süre nefes alamıyordu, sonra tam boğulmak üzereyken bir el yapışıyordu ellerine. Ve onu karlar arasından çekip çıkarıyordu. Ji Ah kendisini kurtaran kişinin yüzüne bakınca, bunun Min Woo olduğunu görüyordu.

Min Woo onu sıkıca bağrına bastırıyordu. Kulağına fısıldıyordu sonra:

“Uyan Ji Han… Uyan hadi! Ne olur beni bırakma…”

Ji Ah ona bir şeyler söylemek istiyor, ama başaramıyordu… Sonrası yine karanlık, yine derinler…

Gözkapaklarını zorlukla aralayarak uyandığında gün aydınlanmıştı. Ji Ah derin bir yabancılaşma hissiyle etrafına bakındı: Galiba bir hastane odasındaydı.

Birden yanıbaşındaki sandalyede bir kıpırdanma oldu. Refakatçisi kendi yüzüne doğru eğilirken:

“Ji Ah! Kendine geldin demek!” dedi sevinçle.

Ji Ah gözlerini konuşan kişiye çevirdi. Kang Hyuk’un güzel yüzü sevinçle ışıldıyordu.

“Hyuk-a… Ne oldu?” diye mırıldandı Ji Ah. Yataktan doğrulmaya çabaladı, Kang Hyuk’sa hemen yerinden fırlamış, şefkatle ona yardıma koşmuştu.

“Yavaş, yavaş ol bakalım… Hah, dur bakiym, şimdi oldu…” Kang Hyuk genç kızın arkasına bir yastık koyup onun rahat ettiğine emin oldu, sonra yavaşça kızın elini tutup gözlerinin içine sevecenlikle baktı: “Nasılsın? Kendini nasıl hissediyorsun?”

“Ben…” Ji Ah elini başına götürdü. Başında bir sargı vardı. Başındaki korkunç ağrı boşuna değildi anlaşılan. Yine de:

“Ben iyiyim,” diye mırıldandı. “Ama…” Bir an durakladı. Olan bitenin hatırası yeni yeni aklına geliyordu.

“Sen… ben seni arıyordum… Senin kayak pistinde düşüp kaldığını zannettim, çok korktum!” Ji Ah acıklı gözlerle baktı arkadaşına: “Beni bir daha böyle endişelendirme sakın!”

“Asıl sen beni endişelendirme!” Kang Hyuk kızın yatağının başucunda diz çöktü, yüzünü onun yüzüne yaklaştırdı. “Senin beni aramak için o korkunç fırtınada o dik piste çıktığını öğrenince ne hale geldim, tahmin edebiliyor musun?! Ya sana bir şey olsaydı, o zaman ben ne yapardım, söylesene Ji Ah?! Hiç düşünmüyorsun, değil mi??” Kang Hyuk titreyen dudaklarla bunları söyledi ve sonra çocuk gibi dudaklarını büktü. “Küstüm sana ben…”

Ji Ah hafifçe gülümsedi. Sevgili dostu nasıl da korkmuştu! Şimdi bu çocukça küslüklerin arkasına saklanması o yüzdendi…

Bakışlarını eline çevirdi: Kang Hyuk’un hâlâ kendi elini tutan zarif elini kuvvetlice sıktı. Başını kaldırmadan burukça:

“Özür dilerim,” diye mırıldandı. “Aptalca davrandım; o acemi halimle seni kurtarma sevdasına düştüm… Halbuki senin yukarıda olduğunu düşünsem bile merkeze geri dönüp yardım istemem lâzımdı… Özür dilerim…”

Sonra biraz durdu, kırık bir sesle devam etti:

“Ve sana söylediklerim… onlar için de özür dilerim senden… Elbette hiçbirini kast etmemiştim… Sadece çok öfkelendim ve senin canını yakmak istedim… Ve o ağır laflar çıktı ağzımdan… Özür dilerim…”

Kang Hyuk anlayışlı bir biçimde gülümseyip başını salladı: “Biliyorum…” Sonra bir an durdu, kendisi de başını öne eğdi: “Ben de senden özür dilerim: Çünkü aslında haklıydın, biliyor musun? Hyo Rim’le birlikte bazı saçma oyunlara kalkıştım, büyük aptallık ettim…” Genç adam başını kaldırdı, bakışlarını karşı duvara sabitledi ve derin derin içini çekti: “Ama artık oyun oynamayacağım Ji Ah: Sen ne istersen, nasıl yaşamak istersen öyle olsun… Ben yalnızca senin mutluluğunu istiyorum…”

Ji Ah dudakları titreyerek baktı arkadaşına. Onun asil davranışı yüreğini burkmuştu. Sonra, birdenbire asıl sorması gerekeni hatırladı, telaşla doğruldu:

“Min Woo! O nerede peki? Ben baygınken başımda onu gördüğümü zannettim, yoksa yanıldım mı?”

Kang Hyuk birden gözlerini kaçırdı. Yüzüne suçlu gibi bir ifade yerleşmişti.

“Hayır, yanılmadın,” dedi ağır ağır. “Gerçekten de sen baygınken başında bekledi…” Sonra bir an durakladı. Bunu söylemek genç adamın gururuna ağır geliyordu, ama içindeki doğrucu ses söylemesi gerektiğini fısıldıyordu kulağına. O yüzden devam etti: “Hatta seni Min Woo kurtardı! Eğer o deli cesaretiyle benzini bitmek üzere olan kar motosikletine atlayıp seni aramaya çıkmasaydı, belki de her şey için çok geç olabilirdi!” Kang Hyuk bu ihtimali düşününce bir kez daha iliklerine kadar ürperdi. Duygulanarak Ji Ah’nın solgun, ama her haliyle çok güzel olan beyaz yüzüne baktı. Canının bir parçası olan bu insan, dilerse başkasının sevgilisi olsun… Yeter ki nefes alsın, yaşamaya devam etsin, başka bir şey istemezdi! Kang Hyuk bunu dün akşam yaşadığı büyük korku ile çok iyi anlamıştı.

Ji Ah ise şaşkınca kaşlarını çatmıştı. Alacağı cevaptan korkarak, ağır ağır:

“O zaman… Min Woo neden şimdi burda değil?” diye sordu.

Kang Hyuk bakışlarını kaçırdı: “Şey… Dizisi için… Yani çekim programı çok sıkışmış, o yüzden-”

Ama Ji Ah en yakın dostunu gayet iyi tanıyordu; onun bocalamasını yarıda kesti: “Doğruyu söyle!”

Bunun üzerine Kang Hyuk derin bir nefes verdi ve suçlu bir tavırla genç kıza baktı:

“Min Woo senin kadın olduğunu fark etti Ji Ah…”

Ji Ah hayretle baktı arkadaşına. Sonra hayalkırıklığı ile yüklü derin bir nefes koyverdi: “Ve beni burda bırakıp öylece çekip gitti, öyle mi?”

“Hayır…” dedi Kang Hyuk yavaşça. “Sen baygınken, hipotermi ve beyin sarsıntısı riski varken, Min Woo saatlerce başında bekledi. En sonunda gözlerini açtığın zaman doktorlar “artık hayati tehlikeyi atlattı” dediğinde… işte ancak o zaman gitti… Ama o da çok üzgündü Ji Ah… Ona yalan söylediğin için çok kırılmıştı… Ama zaten bu kırgınlık, seni çok sevdiğini göstermez mi?”

Ji Ah ağır ağır başını salladı. Ama genç kız, yüreğine koca bir ağırlığın gelip oturduğunu hissediyordu.

Min Woo’ya kendini nasıl bağışlatacaktı… bilemiyordu…

***********************************************

“Bu akşam Hyo Rim’le date’e çıkıyorsun, itiraz istemiyorum!” dedi Soo Hyun çatık kaşlarla. Min Woo’dan cevap gelmeyince onu bacağıyla dürttü: “Hey, kime diyorum ben?! Bana bak, gene uyudun mu sen??”

Kanepedeki battaniyenin altında dertop olmuş Min Woo’dan boğuk bir ses yükseldi: “Hayır… Sayende uyuyamadım bir türlü…”

“Zaten bu ne uykusu anlamadım.. Çekimden geldiğinden beri uyuyorsun, öğle yemeği de yememişsin. N’oluyo oğlum, bi derdin mi var senin??”

Soo Hyun merakla kanepeye oturdu, battaniyenin ucunu indirdi. Min Woo ise sabırsız bir çocuk edasıyla geri çekti battaniyeyi:

“Öfff Hyung, artık gitsene sen ya! Yorgunum işte, uyumak istiyorum, anlamıyor musun??”

Soo Hyun’un sabrı taşmıştı, sert bir öğretmen edasıyla:

“Ben onu bunu bilmem, akşam Hyo Rim’le dışarı çıkılacak! Madem artık aşkınızı cümle âleme ilan ettiniz, magazincilere mutluyuz, aşktan geberiyoruz diye malzeme vermeniz lâzım!”

Min Woo’dan anlaşılamayan (ama muhtemelen ağır küfürler içeren) bir homurtu yükseldiğinde ise: “Ben anlamam, gideceksin diyorsam gideceksin! Şimdi çark etmek olmaz, aklında öyle bir şey varsa derhal unut, bu işi kızı öpüp paparazilere yakalanmadan önce düşünecektin!” dedi kararlı bir tavırla. Sonra bir an durdu, ardından gene battaniyenin ucunu çekip altından görünen Min Woo’ya meraklı gözlerle baktı:

“Sahi… Sen bu Hyo Rim’den nefret etmiyor muydun, onu ne diye öptün ki??”

Min Woo yeniden battaniyeyi üzerine çekerken: “Öfff, yaptık bir hata işte,” dedi bezgin bir sesle. “Sen artık gider misin??”

Soo Hyun çocukla daha fazla uğraşmanın beyhude olacağını anlamıştı. Ayağa kalkarken:

“Tamam, şimdi gidiyorum,” dedi, “Ama akşam sekizde arayıp yemekte olup olmadığını kontrol edicem! Eğer atlatmaya çalışırsan var ya…” Soo Hyun mafya babası edasıyla bir elini bıçak keser gibi boynunun altına sürttü: Seni öldürürüm demek oluyordu bu. Min Woo ise “pfff!” diye dudak büküp bezginlikle: “tamam be…” diye mırıldandı. Soo Hyun’u başından atmak için başka çaresi yoktu. Soo Hyun, Min Woo’nun yola gelmiş olmasından memnun, hafifçe gülümsedi. Ardından çocuğun yastığa dökülmüş uzun kumral saçlarını küçük bir çocuğa yapar gibi yarı sert, yarı sevgi dolu biçimde ovalayıp “seni hergele…” diye mırıldandı ve çekip gitti.

3 doors down – here without you

Min Woo o gider gitmez battaniyeyi üzerinden attı ve derin bir nefes aldı. Gözlerini tavana dikip düşünmeye başladı.

İki gündür ağır bir depresyonda olduğu doğruydu. Ji Han’ın kız olduğunu fark ettiği anın şokunu bir türlü atlatamıyordu:

Yaralı ve yarı donmuş vaziyetteki Ji Han’ın açık düğmeleri arasından görünen göğüs çatalı… Min Woo birkaç saniye gözlerini bile kırpmadan bakıp kalmıştı karşısındaki manzaraya. Beyni boşalmış gibiydi, n-nasıl yani? Ji Han… ama nasıl??

Neyse ki sonra kendini toparlamış, kıza sıkıca sarılmıştı. Bir yandan da: “Ölme… Sakın ölme Ji Han! Beni bırakma!” diye mırıldanıyordu. Kollarının arasında tuttuğu bu baygın vücut, ister kadın ister erkek olsun, kaybetmeye tahammül edemeyeceği birine aitti. Min Woo onu bağrına bastırırken Ji Han’ın kokusunu içine çekiyor, bir yandan kaybetme korkusu, bir yandan Ji Han’ın kendisine yalan söylemiş olmasının şoku, her biri genç adama sağdan soldan inen yumruklar gibi gelip onu serseme çeviriyordu. Min Woo’nun dişleri takırdıyordu; ama soğuktan değil; şoktan, üzüntüden ve korkudan.

Sonrası kopuk kopuktu: Min Woo’ya sonsuzluk kadar uzun gelen bir zaman sonra kurtarma ekipleri yetişmiş, ikisini birden alıp yakındaki hastaneye götürmüşlerdi. Min Woo, kızın tüm vücut tomografisi çekilirken bile kapının önünde beklemiş;  sonuçlar temiz çıkıp  bir odaya alınana kadar Ji Han’ın sedyesinin başından hiç ayrılmamıştı.  Hyo Rim ve Kang Hyuk’un da kendisine eşlik ettiklerini hayal meyal hatırlıyordu: Genç adam tüm duyuları ile Ji Han’a kitlenmişti çünkü.

Ji Han arada bir kendine gelir gibi olduğu zamanlar Min Woo’nun yüreği titriyordu adeta: İçine güneş gibi bir sevinç doğuyor, kızı bağrına basmak istiyordu. Ama hemen ardından, güneşin önüne geçip onu karartan bulutlar gibi “Ji Han bana yalan söyledi!” düşüncesi çöküyordu beynine. Min Woo gözleri hafifçe aralanan kıza delice sarılmak yerine buz kesiyordu; onu öylece bırakıp kaçma isteği doğuyordu içine. Oradan kaçmak, kapıyı vurup çıkmak, sonra eline ne gelirse parçalamak, kırmak, dökmek!… Min Woo öyle büyük bir çelişkiye düşmüştü ki, Ji Han’ın bir an önce uyanması için hem deli gibi dua ediyor, hem de bu ihtimalden deli gibi korkuyordu! Öfkeli, çaresiz… Ne yapacağını, ne hissedeceğini bilemez haldeydi…

O yüzden, Ji Han’ın tehlikeyi atlatıp artık uyanmasının an meselesi olduğunu öğrenir öğrenmez kaçmıştı oradan. İki saat sonra Kang Hyuk’tan “uyandı” telefonunu alır almaz büyük bir rahatlamayla olduğu yere çökmüş, hüngür hüngür ağlamaya başlamıştı. Hem rahatlama… hem de kaybettiği aşkına bir ağıttı bu gözyaşları.

Çünkü Min Woo, içinde bu aldatılmışlık duygusu yer aldığı sürece, Ji Han’la birlikte olamayacağını çok iyi biliyordu…

Şimdi kazanın üzerinden iki gün geçmişti: Min Woo iki gündür sete gidip gelmek dışında hiçbir şey yapmıyordu. Elinden gelse onu da yapmazdı ama kontrat şartları ağır biçimde bağlayıcıydı; eğer genç yıldız çekimleri aksatırsa kendisine karşı büyük tazminat davaları açılabilirdi. Ayrıca farklı bir role bürünmek Min Woo’nun acıyan kalbine iyi geliyordu: Genç adam çekimler sırasında başka bir dünyada yaşar gibi hissediyor, az da olsa asıl derdini unutuyordu…

Ancak çekim bitip eve döndüğü saatler… işte o saatler geçmek bilmiyordu…

Şimdi yine battaniyeyi üzerine çekmiş, gözlerini tavana dikerek düşünmeye başlamıştı. Beyninde bitmek bilmez sorular bozuk plak gibi dönüp duruyordu. “Neden yaptın bunu Ji Han?” diyordu hayalindeki şoförüne. “Beni neden kandırdın? Beni hiç mi sevmedin? Her şey yalan mıydı, ha?”

Birden kapı zili çaldı.

Min Woo kapıyı açmayı düşünmedi bile. Çalan kişi her kimse çalıp çalıp giderdi. Böyle düşünüp battaniyeyi daha da çekti üzerine.

“Min Woo! Benim! Kapıyı açar mısın lütfen?”

Birden Min Woo şimşek gibi doğruldu: Ji Han’ın sesiydi bu!

Bir an kararsızlık içinde ne yapması gerektiğini düşündü. Acaba açmalı mı, yoksa hiç sesini çıkarmamalı mı? İşin doğrusu şu anda Ji Han’ı görmek fena halde canını acıtacaktı: Kendisine yalan söyleyen, kendisini aldatan bu insan… Ama öte yandan… aradan sadece iki gün geçtiği halde öyle özlemişti ki onu…

“Min Woo, lütfen aç! Konuşmamız lâzım! Özür dilerim, çok özür dilerim, sana her şeyi anlatacağım, lütfen aç!”

Kapı zili ısrarla çalmaya, Ji Ah bağırmaya devam edince Min Woo sonunda dayanamadı; yavaşça oturduğu kanepeden kalktı, tereddütlü adımlarla kapıya kadar geldi. Kapıyı açınca, karşısında onu gördü.

QIHM OST – Another Time, the same sky

İki genç bir an, hiçbir şey söylemeden, karşılıklı durup bakıştılar. Ji Ah’nın gözlerinde pişmanlık, acı, mahcubiyet vardı. Min Woo ise olabildiğince ifadesiz bir yüz takınmıştı. Yalnız, gözlerinin altındaki halkalar onu ele veriyordu. Onun yorgun yüzünü görünce Ji Ah’nın içi sızladı: O neşeli, kaygısız çocuğu bu hale kendisi getirmişti.

“Ne istiyorsun?” dedi Min Woo soğuk soğuk.

Ji Ah korkuyla yutkundu. Min Woo’nun boynuna atılmasını beklemiyordu elbette, ama onun bu soğuk hallerine de hiç alışık değildi. Çocuksu, tatlı Min Woo, şu ifadesiz, donuk yüzü ile resmen bir yabancı gibiydi.

“Ben… Sana her şeyi anlatmak istiyorum,” dedi Ji Ah hafif bir sesle.

Min Woo bu laf üzerine hafifçe gülümsedi. Ama sevimli bir gülümseme değildi, soğuk, hatta öfkeli bir gülüştü bu. Genç adam kollarını önünde çaprazladı, kapıya yaslandı, ukala bir tavırla:

“İyi ya, anlat bakalım, neymiş anlatacakların bir duyalım…” dedi. “Neden erkek kılığına girip yanımda çalışmaya başladın, hadi anlat! Benim büyük hayranlarımdan biri olsan hadi anlarım, ama değilsin. Söylesene, bu işten ne kazancın vardı?! Yoksa maceralarını kitaplaştırıp “ünlü yıldızı nasıl kandırdım?” diye best-seller olmayı mı amaçlıyordun?!” Min Woo deli bir kahkaha attı: “Vay be, ne büyük bomba! Kitabın kesinlikle satış rekorları kırardı, herkes okuyup benle dalga geçerdi, müthiş bir iş! Söylesene, öyle değil mi? Konuşsana, ne susuyorsun?!”

Ji Ah’nın gözleri dolmuştu. Min Woo karşısında kahkahaların arkasına gizlediği delice bir öfkeyle kendisine bağırıp çağırırken genç kız yalnızca: “Hak ettim…” diye düşünüyordu. “Söylediği her şeyi hak ettim…”

O susmaya devam ettikçe Min Woo’nunsa giderek sabrı taşıyordu. Aynı zamanda, içinde koca bir acılık büyüyordu genç adamın. Karşısındaki kızı ilk defa kadın kıyafetleri içerisinde gördüğünü düşündü. Şu üzerindeki bluz, altındaki skinny jeans ona ne çok yakışmıştı! Ne güzel bir kızdı, gözlerindeki şu mahcup ve acıklı ifadeyle ne kadar samimi, yürek paralayıcı bir hali vardı. Min Woo her şeyi bir tarafa atıp ona sıkıca sarılmamak, her şeyi unutmamak için kendini öyle zor tutuyordu ki!

Ama… o kendisini kandıran pis bir yılandı.

“Konuşsana! Madem buradasın, anlat hadi!” diye bağırdı, içindeki zayıflığı saklamak istercesine. “Konuş, sonra da sonsuza dek defol burdan!”

Ji Ah gözleri dolu dolu, başını kaldırdı: Min Woo yaralı bir kurt gibiydi; öfkeli, çaresiz… Ji Ah’nın ürkek ceylan gözleri ile Min Woo’nun kıpkırmızı kesilmiş, vahşi gözleri çarpıştı. Sonra Ji Ah, titreyen dudaklarını araladı:

“Özür dilerim…” dedi fısıldar gibi bir sesle. “Seni incitmeyi asla… asla istememiştim… En başta işe başladığım zaman… kadınlarla çalışmadığını söylemiştin, o yüzden-”

“Ben senin için kendimden şüpheye düştüm!” diye bağırarak onun sözünü kesti Min Woo. “Kariyerimden bile vazgeçtim! Her şeyi, ama her şeyi çöpe atmaya razıydım! Tanrım, bana bunu nasıl yaparsın?? NASIL YAPARSIN?!”

Ji Ah’nın buna verecek cevabı yoktu işte. Genç kız “sahi,” diye düşündü, “neden bu kadar aptalca davrandım?! Neden her şeyi hemen, beni daha ilk öptüğünde itiraf etmedim?! En kötü ne olabilirdi ki?…”

Onu kaybederdin, dedi içindeki ses.

Ama zaten şimdi de onu kaybetmemiş miydi? Min Woo’nun aşkını, güvenini, arkadaşlığını…

Artık gözyaşlarını tutamıyordu. Yaşlar, inci taneleri gibi gözlerinden birbiri ardına yuvarlanırken:

“Haklısın…” diye fısıldadı. “Her söylediğinde haklısın… Ben… söyleyemedim işte…” Boynunu büktü: “Senin güvenini kaybetmemek için bir türlü söyleyemedim… En baştan beri sana yalan söylediğimi nasıl açıklayacağımı bilemediğim için söyleyemedim… Olmadı… Özür dilerim…”

Bir an durakladı. Kendisini hâlâ yıkılmış, öfkeli gözlerle süzen Min Woo’ya baktı: “Biliyorum, artık bir değeri yok, ama özür dilerim senden… Beni affet diyemem, ama bil ki ben çok… çok üzgünüm… Çok…”

Min Woo alaycı bir kahkaha patlattı: “Affetmek mi?! ASLA! Seni asla affetmeyeceğim! Şimdi git! Ve bir daha sakın… sakın karşıma çıkma!”

Son sözleri yılan ıslığı gibi çıkan bir sesle söyleyip içeri girdi, kapıyı büyük bir gürültüyle kızın yüzüne kapattı. Ji Ah yüzünde patlayan rüzgar, ve kulaklarında Min Woo’nun “seni asla affetmeyeceğim!” diye bağıran sesi ile kalakaldı…

Birkaç saniye öylece durdu. Sonra ağır ağır döndü, adımlarını sürükleyerek bahçe çıkışına doğru yürümeye başladı. Gözlerinden yağmur gibi yaşlar iniyordu.

Peri masalı, burada bitmişti…

Aynı anda kapının diğer tarafında Min Woo da yere çökmüş, kapıya sırtını yaslamış, yıkılmış halde kalakalmıştı. Onun da gözlerinden yağmur gibi yaşlar iniyordu, genç adam hıçkırıklarını bastırmak için elini ağzına dayadı.

Ji Han… Sevgili Ji Han…

“Sen istemedikçe yanından ayrılmayacağım…” diyen, kendisine o tatlı bakışlarla bakan Ji Han…

…artık hayatında olmayacaktı…

Min Woo bir kez daha yalnız kalmıştı…

***********************************************

Richard Marx – Right Here Waiting

Kang Hyuk marketten aldıkları ile elleri kolları dolu bir biçimde evinin olduğu sokağı tırmanırken ileride, tam da kendi evinin önündeki gölgeyi görünce şaşkınlıkla durakladı. Neydi bu, birisi çöpünü onun evinin önüne mi bırakıp gitmişti, ne?! İçinden: “Duvara “buraya çöp döken eşektir!” yazmalıydım…” diye geçirip dişlerini gıcırdattı. Fakat aniden çöp torbası zannettiği gölge kıpırdandı ve Kang Hyuk korkuyla irkildi! Ama hemen ardından az ötedeki sokak lambasının cılız ışığında kapısının önündekinin ne (kim) olduğunu anlayıverdi:

“Ji Ah!”

Elindekileri bırakıp hızla koşturdu, Ji Ah’nın sağa sola sallanan vücudunu kaldırımla buluşmaktan son anda kurtardı. Ji Ah zorlukla gözlerini araladı, acılı yüzünde hafif çarpık bir gülümseme belirdi:

“Oooo, sonunda gelebildin ha…” dedi dili dolanarak. “Nerdesin sen be? Burda bu soğukta bir saattir seni bekliyorum!”

“Sen içtin mi?! Hem de bu saatte?!” dedi Kang Hyuk kızı zorlukla ayağa kaldırmaya uğraşırken. Ji Ah:

“Ne var be? Yetişkinim ben tamam mı, istediğim saatte içerim!” dedi hırçın bir tavırla. “Hadi içeri al beni, kıçım dondu burda!”

Kang Hyuk onu zorlukla ayağa kaldırıp kolunu omzuna aldı: “Tamam prenses, tamam…” diye mırıldandı. Ji Ah’nın bu kadar içmesinin sebebini gayet iyi anlamıştı. İçine bir burukluk çöktü.

Demek Min Woo ile işler iyi gitmemişti…

Ama genç adam hiçbir şey söylemedi; kızı içeri alıp üzerine kalın bir mont getirdikten sonra hızlı tarafından bir çorba kaynattı ve arkadaşına zorla içirmeye başladı. Ji Ah bu sırada gözlerini zorlukla açık tutuyor, bir yandan da aptal aptal gülüyordu:

“Ahahah! Kendimi beş yaşında gibi hissediyorum! Ajuşi bana çorba içiriyoooor!”

“Tamam tamam, aç ağzını bakayım, uçak havaalanına inecek,” dedi Kang Hyuk sabırla. Böylece ona çorbasını içirdi, ardından çoraplarını çıkardı, yere hazırladığı yatağa yatırdı kızı. Üzerine yorganı örttükten sonra:

“Sun Ah unniyi arayalım, bende olduğunu bilsin de merak etmesin,” deyip ayağa kalkmak için davrandı.

Ancak tam da o anda yerdeki Ji Ah onun tişörtünü yakaladı: “Hyuk-a…”

Kang Hyuk dönüp bakınca Ji Ah’nın gözlerinin yaşlardan sırılsıklam olduğunu gördü. Yavaşça, kalktığı gibi yere oturdu genç adam. Büyük bir şefkatle baktı arkadaşına:

“Seni affetmedi, öyle mi?” dedi usulca.

Ji Ah dudaklarını ısırdı; gözlerinden inci gibi taneler dökülürken yalnızca başını iki yana sallayabildi. Kang Hyuk derin derin içini çekti. Sevdiği kadını başka bir adam yüzünden acı çekerken görmek içini iki kat fazla acıtıyordu.

Ama şimdi kendi acısına üzülecek zaman değildi. Şefkatle kıza baktı, güven verici bir sesle:

“Her şey düzelecek…” diye mırıldandı. “Bak görürsün: Şimdi Min Woo çok öfkeli. Ama zamanla öfkesi yatışacak… O zaman ne büyük bir hata yaptığını anlayıp kendisi gelecek kapına: Senin onu bilerek üzmeyeceğini sakin kafayla anlamış olacak çünkü…”

Ji Ah tüm sarhoşluğuna rağmen hafifçe gülümsedi: Kang Hyuk’un kendisini teselli etmek için böyle konuştuğunu iyi biliyordu. Ah, sevgili Kang Hyuk…

Ama sonra, gözleri yeniden bulutlandı:

“Beni asıl üzen ne, biliyor musun: Onun güvenini kaybetmiş olmak… Ve onu yalnız başına bırakmış olmak…”

Birden gözleri doldu, yeniden şıpır şıpır döküldü gözyaşları. Gözleri yerdeki bir desene daldı, acıyla konuştu Ji Ah: “Ah, o kadar küçük, yalnız bir çocuk ki! İnsanlara o kadar güvensiz ki… Bütün hırçınlığı, narsistliği, hepsi bu yüzden! Ama düzeliyordu, benim sayemde biraz da olsa insanlara güvenmeye başlamıştı… Ama şimdi ne oldu: Her şeyi berbat ettim! Evet, her şeyi ben berbat ettim! Onun hayatını mahvettim! Allah beni kahretsin!”

Genç kız ellerini yüzüne kapatıp kesik kesik hıçkırmaya başladı. Kang Hyuk’sa acılı gözlerle süzüyordu onu. “Ji Ah…” diye mırıldandı.

“Ona her zaman yanında olacağımı söylemiştim…” diye mırıldandı Ji Ah yine. “Ona söz vermiştim… Artık kabuslar görmeyecekti, her şeyi birlikte çözecektik… Rüyalarının sırrını birlikte çözecektik… Ama… ama artık hiçbiri olmayacak! Hiçbiri!…”

Kang Hyuk bir yandan ağlayan, bir yandan gözlerini zorlukla açık tutabilen bu çok sarhoş ve çok üzgün arkadaşını üzüntüyle izliyordu… Ama kızın son sözlerini duyunca:

“Hangi rüyaların?” diye sordu şaşkınlıkla. “Ji Ah, sen neden bahsediyorsun?”

Ancak Ji Ah o sırada üzüntü ve sarhoşluk içinde gözlerini kapatmış, kendinden geçmişti. Kang Hyuk bir an tereddüt etti, ama sonra merakı baskın geldi: Kızı kolundan tutup sarstı:

“Ji Ah! Söylesene, ne rüyasından bahsediyorsun?! Min Woo rüyasında seni mi görüyormuş?”

Ji Ah zorlukla gözlerini araladı.

“Evet…” diye mırıldandı hülyalı bir biçimde. “Beni prenses olarak görüyormuş… Hani bir gün… Çinli prenses olmuştum ya… O zaman beni o yüzden… takip etmiş… Ama çok… çok korkuyordu… Ben ona söyleyemedim…”

Ji Ah yeniden ağlamalar arasında kendinden geçti. Kang Hyuk sıkıntı içinde derin derin içini çekti. Ve yerde, kendinden geçmiş biçimde yatan kızı hüzünle süzdü.

Ne çok acı çekiyordu! Ne çok üzülmüştü… Onu gerçekten seviyor olmalı, diye düşündü Kang Hyuk. Ah, Ji Ah… Senin üzülmene ben nasıl tahammül ederim?

Sonra, kızın az önce söylediklerini düşündü. Min Woo’nun setteki prensesi elinden kaçırdığı zaman ne kadar üzülmüş olduğunu hatırladı.

Tekrar yatakta yatan kıza baktı acılı gözlerle. Sonra elini uzattı, incitmekten korkarcasına hafifçe onun saçlarını okşadı.

Onun acı çekmesine göz yumamazdı. Genç adam kendi kanayan yüreğine taş basıp kararlılıkla dişlerini sıktı: O ikisini bir araya getirecekti. Ve bunu yapmanın yolunu, az önce Ji Ah’nın söyledikleri sayesinde bulmuştu…

***********************************************

Kelly Clarkson – Because of you


Kapının alarmı öttü ve kapı kapanma sesi duyuldu. Yatağına koala gibi büzülmüş Min Woo’nun kulakları dikildi birden: Bu kimdi şimdi? Yoksa Soo Hyun dediğini yapıp kendisini zorla date’e çıkarmaya mı geliyordu?

Hiç istemediği halde oflaya puflaya yataktan indi, odanın kapısını açıp dışarı çıktı. Aşağı salona bakan merdivenlere geldiğinde tüm huysuzluğuyla seslendi:

“Hyung, sana beni rahat-”

“Uyumadığını biliyordum! Hadi gel aşağı, bak sana udon getirdim!” diye neşeyle şakıdı aşağıdaki genç kız.

Min Woo gözlerine inanamaz gibi bir an durdu, sonra hayret dolu bir ünlem koyverdi:

“Hyo RİM???”

“Buyrun benim?” diye sırıttı genç kız ve bir kez daha neşeyle elindeki poşeti salladı: “Gelsene, bak yoksa soğuyacaklar! Palli, palli!”

Min Woo ağzını açıp itiraz etmeye hazırlanıyordu ki midesinden yükselen bir gurultu tüm sesleri bastırdı. Genç adam bozum olurken Hyo Rim ufak bir kahkaha attı:

“Karar verilmiştir! Hadi ama, değerli mideciğini bu güzelim yemekten mahrum bırakma!”

Min Woo bir an tereddüt etti, ama sonra “aman be..” diye mırıldanıp indi aşağı. Sabahtan beri bir şey yememişti, tüm üzüntüsüne rağmen şu anda açlığı kalp kırıklığının önüne geçmeye başlamıştı… O yüzden bıraktı, midesi kontrolü devralsın…

Aşağı inip suratsız bir biçimde mutfak masasına oturduğunda Hyo Rim çoktan udonları ve chopstick’leri poşetinden çıkarıp masanın üzerinde hazır etmişti bile. Genç kız sevimlice:

“Bak unutmamışım,” dedi. “Bu markayı sevdiğini biliyordum. Hadi ye, soğutma…”

“Kapının şifresini nerden bildin?” dedi Min Woo somurtarak. Ama kızın cevap vermesine kalmadan: “Hyung söyledi, değil mi?” diye kendi sorusunu cevapladı. Hyo Rim hafif suçlu bir tavırla:

“Ee… evet,” diye mırıldandı. Hemen sonra panikle ekledi: “Ama bak, ben karşılığında ona hiçbir şey söylemedim! Ji Ah’yı yani… Valla!”

Genç kızın bu paniklemiş tavrı ve mimikleri öyle şirindi ki, Min Woo bile suratsız halini taşımakta zorlandı, dudağının ucuna hafif bir gülümseme yerleşti. Ama iki saniye sonra yeniden çatıldı kaşları, elindeki çubuğu kasenin içine fırlatır gibi bıraktı Min Woo:

“Neden??” dedi hırçın bir tavırla. “Ona söylemedin çünkü buraya yalnız başına gelmek istedin, değil mi?? Yalnız gelip benle tek başına mı dalga geçmek istedin?! Bu yüzden mi ha, bu yüzden mi??”

Hyo Rim o kadar şaşırmıştı ki, ağzını açtı ama bir an ses çıkmadı. Sonra:

“Ha-hayır! Hayır!” diye kekeledi kızcağız, “Benim böyle bir niyetim yoktu Min Woo, gerçekten-”

Min Woo ise birden ayağa fırlamıştı. Sandalyesini öyle sert itti ki, sandalye yere devrildi. Hyo Rim korkuyla irkildi.

“İşte gördün, gerizekâlı idiyot Min Woo gene kendisini aldatacak birini buldu! Evet, senin dediğin kadar varmış gerçekten, ben sahiden de embesilin tekiymişim! Şimdi mutlu musun, ha??”

Hyo Rim ona korku ve hayalkırıklığı içinde bakarken gözleri dolmaya başlamıştı. Genç kız zorlukla başını iki yana salladı: Hayır, mutlu değildi… Buraya onun mutsuz olduğunu görmek için gelmemişti… Onu teselli etmek için gelmişti, azıcık da olsa… Ama karşısında çakmak çakmak olmuş gözlerle ona bakan Min Woo, Ji Ah’dan alamadığı hıncı kendisinden çıkarmak ister gibiydi:

“Evet, dibe vurdum!” diye tısladı nefretle. “Senin yarım bıraktığın işi bir başka pislik kadın tamamladı! Bir kere daha aldatıldım! Bunu gördüğüne göre şimdi mutluluk içerisinde buradan ayrılabilirsin! Hadi şimdi DEFOL!”

Hyo Rim hayretle baktı çocuğa. Çığlık gibi çıkan bir sesle:

“Sen ne saçmalıyorsun?!” diye inledi. “Ben seni hiç aldatmadım!”

Min Woo öfkeli bir kahkaha attı: “Hahah, hâlâ yalan söylüyor, şu yüzsüze bak be! Bu kadar iyi rol yapabildiğini bilmiyordum; keşke dizide de bu yeteneğini biraz göstersen!” Ve kızın gözlerinin içine bakıp dişlerinin arasından:

“Her şeyi biliyorum!” diye tısladı. “Bütün yalanlarından haberim var! Ve seni de asla affetmeyeceğim! Tıpkı… tıpkı…”

Bir an durdu. Ji Han’ın adı dilinin ucuna kadar geldi. Onun gerçek adı…

Ji Ah…

Sonra büyük bir öfke ve kalp kırıklığı içerisinde arkasını döndü, koşarak merdivenlerden çıktı, odasına girdi ve kapıyı büyük bir gürültüyle çarparak kapattı!

Hyo Rim, yüreğinde haksız yere suçlanmış olmanın acısı, olduğu yerde taş kesilmiş gibi kalakalmıştı…

Birkaç saniye öylece durdu… Sonra başını çevirdi, masanın üzerinde, hâlâ dumanları tüten udon kaselerine acıklı gözlerle baktı.

Göksel – Yalnız Kuş

Ardından ağır ağır yürümeye başladı. Gözlerine dolan yaşlar yüzünden önünü zorlukla görüyordu. Evin çıkışına doğru ilerlerken sendeledi, salonun duvarına tutunmak zorunda kaldı.

Ve acıklı gözlerle, içerideki mobilyalara baktı. Şu beyaz kanepe… Şu deri koltuklar… Duvardaki retro resimler… Her biri, kendisine o geceyi hatırlatıyordu.

O çok güzel… ve o çok korkunç gece…

…aşklarının son gecesi…

“Hani sinemaya gidecektik?” diye çocuksu bir biçimde dudak bükmüştü Hyo Rim. Tam şurada, beyaz kanepede oturuyordu. Min Woo elinde iki şarap kadehiyle gelmiş, birini onun eline tutuştururken:

“Olmaz, Hyung’un kesin emri var, bu gece sekizden sonra evde olacağım,” diye açıklamıştı ciddi ciddi. “Senle çıkmama karışmıyor, ama çekimim olan günlerin öncesindeki gecelerde geç yatmam yasak…”

Hyo Rim hafifçe gülmüştü: “Hey, o senin menajerin Min Woo! Sen onun için değil, o senin için çalışıyor!”

Min Woo somurtmuştu: “Bunu biliyorum tabii ki deee!” Sonra yüzüne çocuksu bir anlam düşmüştü: “Ama… bu piyasada başlarda çok zorlandığımı, kazıklar yediğimi anlatmıştım sana… Beni eski şirketimden ve onun cadı sahibesinden Hyung kurtardı… O yüzden ne olursa olsun Hyung benim için çok değerlidir…”

Hyo Rim yüreği titreyerek bakmıştı karşısındaki gence. Bazen onun da kendisi gibi yirmi dört yaşında olduğuna inanası gelmiyordu; öyle çocuksuydu ki… Ama öte yandan bu gibi anlarda öyle tatlı oluyordu ki, genç kız onu bağrına basmamak için kendini zor tutuyordu.

“Neyse işte, sinemaya gidemeyiz ama bak çok güzel bir film aldım,” dedi Min Woo ve elindeki DVD’yi salladı. Hyo Rim neşeyle elini çırptı:

“Aaa, Julia Roberts, çok severim! Hadi izleyelim!”

“Yalnız elindeki o kadehe dikkat et, altındaki kanepe tam 250 milyon won değerinde,” dedi Min Woo ciddiyetle. Hyo Rim kıkırdadı: Min Woo’nun bu kendini (ve eşyasını!) beğenmişlikleri bile ona batmıyordu.

Çünkü fena halde âşıktı genç kız… Çok fena aşıktı hem de…

Hyo Rim o geceyi dumanlı aklına rağmen tüm ayrıntılarılarıyla hatırlıyor: Önce filmi ciddiyetle izlemeye başlamışlardı… Ama Julia Roberts’a rağmen filmin pek de eğlenceli olduğu söylenemezdi. O yüzden başta dikkatle filmi takip ederken birdenbire kendilerini öpüşürken bulmuşlardı. Hem de o güne dek olmadığı kadar ateşli bir biçimde.

Şarabın etkisi miydi, yoksa ilk defa gecenin bu saatinde Min Woo’nun büyük evinde baş başa olmalarından mı? Daha önceleri Hyo Rim akşam yemeğinden sonra kalkıp kendi evine giderdi. Ama o hafta anne ve babası şehir dışındaydılar. Hyo Rim’in ilk kez evine gitmesi gerekmiyordu.

Bu geceyi Min Woo ile geçirmeyi göze alarak gelmişti bu eve.

Gerçekten de ikisi öyle ateşli bir biçimde öpüşüyorlardı ki, işlerin burada kalmayacağı belli olmuştu: Min Woo elindeki şarap kadehini sehpaya bıraktı, sonra kızı yavaşça kanepeye doğru yatırdı. Hyo Rim onun başını sıkıca boynuna bastırdı. Kalbi deli gibi atıyordu.

Min Woo birden başını kaldırdı, göz göze geldiler.

Min Woo hafifçe yutkundu. Genç adamın yanakları pembeleşmişti. Çocuksu bir biçimde dudaklarını ısırdı:

“Ben… şey… ımm, biraz fazla ileri gittim, öyle değil mi?”

Böyle deyip utangaç bir biçimde üzerinden kalkmaya davrandı. Ama Hyo Rim birdenbire uzanıp onun yakasından tuttu. Büyük bir tutkuyla baktı genç çocuğa:

“Hayır… İleri gitmedin… Yani…” Utanarak alt dudağını ısırdı, sonra şeker bir biçimde güldü: “Şeyy, ben… ben bunu seninle yaşamak istiyorum zaten… İlk kez seninle yaşamak istiyorum…”

Min Woo şaşkınca baktı kıza. Saf saf: “Neyi?” diye sordu. Hyo Rim kahkahasını güçlükle bastırdı. İmalı bir bakışla: “Şeyi işte… Yaaa, utandırmasana beni!”

Min Woo bu defa kızın neden bahsettiğini anladı, birdenbire kıpkırmızı oldu. Nerdeyse beyninden dumanlar çıkarken:

“Be-be-ben… Yani şey, se-sen…” diye kekeledi. Hyo Rim’se onun bu şapşal haline gülüyordu:

“Hadii ama… Sen erkeksin, benim aksime senin bir sürü deneyimin olmuştur… Şimdi utangaçlık numaralarına girme…” Ve çocuğun kulağına yaklaştı, seksi bir biçimde fısıldadı: “Hadi amaa…”

Min Woo öncekinden de beter biçimde kızardı ve öksürmeye başladı! Hyo Rim ona şaşkınlıkla baktı. Böyle bir etki yaratacağını düşünmemişti.

Birden genç kız durumu anladı.

“Yoksa… yoksa sen deeee…???”

Min Woo utanarak başını salladı. Hyo Rim şaşkın bir nefes koyverdi: Bu yakışıklı genç adamın şimdiye kadar başka kızlarla beraber olmamış olacağına hayatta inanmazdı!

Birden, içine büyük bir mutluluk doldu…

Min Woo’ya sevgiyle baktı. Elini uzatıp onun yanağını okşadı:

“O zaman… birbirimizin ilki olmaya ne dersin?”

Min Woo birden başını kaldırdı. İki genç göz göze geldiler. Hyo Rim, Min Woo’nun kendisine sevgi dolu bakışlarını daha önce de görmüştü, ama böylesini ilk defa görüyordu.

“Çok isterim…” diye fısıldadı genç adam. Ve yeniden onun yüzüne doğru eğildi, kendisini sevgiyle öperken, elbisesinin askısını indirdi…

Hyo Rim gözyaşlarından yüzü sırılsıklam, o iki genci hatırlıyordu şimdi. Büyük bir sevgiyle birbirine karışan vücutlarını… Utangaç, tecrübesiz, ama her şeyi birbirlerinde keşfettikleri o müthiş geceyi… Min Woo’nun terlemiş alnına yapışan saçlarını, utanarak gülmesini, kendisini sevgi ve şefkatle boynundan öpmesini… O sevgiye şimdi ne olmuştu?? O sevgiye, hemen ertesi gün ne olmuştu?!

Hyo Rim, hayatının en muhteşem gecesini yaşadıktan bir gün, yalnızca bir gün sonra, hayatının en korkunç gününü yaşadığına hâlâ inanamıyordu.

Bir gece önce onu sevgiyle saran, kulaklarına aşk sözcükleri fısıldayan adamın, ertesi akşam telefonda mekanik bir sesle: “Artık seni görmek istemiyorum… Her şey bitti…” deyişini ve her şeyi paramparça etmesini hâlâ aklı almıyordu.

Neyi yanlış yapmıştı?! Neyin cezasını çekiyordu?! Hyo Rim bunu hâlâ bilmiyordu. Defalarca Min Woo’nun kapısına gelmiş, kendini rezil etmek pahasına ağlayarak yalvarmıştı. Ama Min Woo acımasızdı. Ona yalnızca:

“Bana yalan söylemeyecektin…” demiş, başka hiçbir açıklama yapmadan kapıyı yüzüne kapatıvermişti… Hyo Rim çıldıracak gibi düşünmesine rağmen onun neden bahsettiğini hiçbir zaman anlayamamıştı…

Şimdi genç kız, kalbinde bıçak gibi bir acıyla yeniden o halini hatırlıyordu…

Ve kalbinin az önceki haksızlığa mı, yoksa Min Woo’nun tam üç sene önceki acımasızlığına mı yandığını hâlâ bilemezken, ağlayarak evden çıktı gitti…

***********************************************

Thao Nguyen Xanh -Sad romance

Sevgilim, gönlümün çiçeği…

Bir bakışıyla yüreğimi eriten, kalbimi ayaklarının altına serdiren, canımı, kanımı, her şeyimi uğruna feda edebileceğim kadın!

Bu gece… bir başkasının karısı oluyorsun, öyle mi…

Kalbim öyle çok ağrıyor ki, ayakta duramıyorum… Çaresizlik ruhumu o kadar çok yakıyor ki, nefes alamıyorum… Ben bu gece öldüm: Bundan sonra canlı bir cenaze, boş bir kabuk olacak bu vücut…

Eğer o adam bir başkası olsa, Tanrı şahidimdir, kılıcımla tek hamlede deşerdim kalbini! Bütün bir ordu üzerime gelse, seni elimden almak için hepsi birden oklarıyla, kılıçlarıyla üzerime saldırsalar, gene de karşılarında durur, kanımın son damlasına kadar savaşır, bırakmaz, bırakmazdım seni!…

Ama…

Ama seni karısı yapan o adam, benim canımdan çok sevdiğim, kendisine sadakat yemini ettiğim Bong Rim! İşte bu, kolumu kanadımı kırıyor…

Şimdi uzaktan uzağa düğün seslerini duyuyorum: Benden başka herkes ülkenin bu mutlu gününde deliler gibi eğleniyor! Sabah başlayan eğlence bu saate kadar sürdü, daha günlerce devam edecek…

Benimse yüzümdeki bu sahte gülümsemeyi daha fazla taşıyacak gücüm kalmadı.

Seni Bong Rim’in yanında gördüğüm an… Tanrı şahidim ya, defalarca yaralandım savaş meydanlarında. Ama hiçbir yara canımı bu kadar acıtmamıştı. Prensin yanında töreni izleyerek öylece oturuyordun. İşlemeli kaftanlar ve takılar içerisinde güzelliğin nefes kesiyordu. Yanımda yöremde “ne çok yakıştılar!” diyenleri duyuyordum, içim daha da yanıyordu. Ama doğru ya, gerçekten de ikiniz bir elmanın iki yarısı gibi güzeldiniz: O kudretli prens, sen güzeller güzeli prenses… Ülkemizin göğünü süsleyen güçlü güneş, ve onu hep destekleyen beyaz ay…

Saygılarımı sunma sırası bana geldiğinde bunu düşünüyordum işte… Bu ülkenin prensesi olmaya ne kadar layık olduğunu düşünüyordum. Öyle ya, ben bunu veremezdim sana… Oysa sen, bu ışıltınla kraliçeliğe layıksın! “Çok yakıştı,” diyordum içimden, “He Ran-şi’den başka kim kraliçe olmaya böylesine layık olabilir ki? Onun saadeti için dua etmeli ve bu talihi yüzünden mutlu olmalısın Cha Jong Hwa!”

Ama ünvanlar, âşık kalbimin umrunda değildi ki…

Yine de güçlükle de olsa yüzüme bir mutluluk maskesi geçirmeyi başarmıştım. Prensin önünde eğilirken:

“Çok tebrik ederim prensim,” dedim neşeli olmaya gayret eden bir sesle. “Prenses hazretleri ile ikinize kutlu bir ömür dilerim…”

Bong Rim sevgiyle omuzumu patpatlayıp beni eğildiğim yerden kaldırmıştı:

“Teşekkür ederim Jong Hwa! Senin dostluğun benim için en büyük armağan. Bundan böyle bu dostluğu veliaht prensese de göstermeni rica edeceğim senden…”

Bunun üzerine başımı çevirip sana baktım. Bakışlarımız çarpıştı. Yüreğim özlemle, sevgiyle, ve bunları asla dillendiremeyecek olmanın acısıyla titredi.

“Elbette efendim,” dedim prense hitaben. Oysa bakışlarım senin güzel gözlerinden ayrılmamıştı. “Bundan böyle sizin kadar prenses hazretlerinin de sadık bir hizmetkârı olacağıma, onun uğruna da gerekirse canımı vereceğime huzurunuzda and içerim!”

Birden senin de dudakların titredi. Gözlerinde ufak bir ıslaklık görür gibi oldum.

Ama sen artık veliaht prensestin, değil mi çiçeğim? Artık ülkenin iyiliği, kendi mutluluğundan önce gelecekti, öyle değil mi?

O yüzden hemen kendini toparlayıp vakur bir sesle: “Teşekkür ederim Jong Hwa-şi,” deyişin hem içimi bir kez daha kanattı… hem de huzur verdi bana: Anlamıştım çünkü… Benim zayıflığımın aksine, sen güçlü olacaktın… Bu zaaflar içerisindeki, o anda düğünü dağıtıp seni elinden tutup kaçırmamak için kendine zorlukla engel olan bu adamın aksine, sen hep sağlam duracaktın…

Bir kez daha saygıyla eğilip kaçarcasına uzaklaştım yanınızdan. Kalbimin yarısı ferahlamış, yarısı katran karası gibi ağır… Kendimi bomboş evime zor attım. Seni kaybetmenin acısıyla ağladım, ağladım, ağladım..

Ve işte… elimde kalem, sana yazacağım büyük ağıta başlıyorum şimdi…

Biliyorum ki yazmazsam çıldıracağım… Biliyorum ki senin o muhteşem güzelliğini, bülbül sesini, orkide yaprakları gibi tenini, çiy taneleri kokan saçlarını anlatmazsam, delireceğim…

Sadece o da değil: Ha Rim’e, sevgili Ha Rim’e söz verdim bir de… Aşkımın tek şahidi, sevgili dostum Ha Rim… Düğünden önce neredeyse gidip Bong Rim’e her şeyi anlatacaktı, biliyor musun?

“Aklım almıyor! Sen bu durumda nasıl sakin kalabliyorsun?! Hiçbir şey yapmayacak mısın?!” deyip yakama yapışmıştı. Hırsından bir o yana bir bu yana yürüyüp duruyordu. “Anlatalım! Bong Rim’e He Ran’ı sevdiğini söyleyelim! Eminim ki o bir çözüm yolu bulacaktır! Sonuçta onun He Ran’a âşık olmadığını biliyoruz…”

“Olmaz,” demiştim kesin bir dille. Sesim çok ama çok yorgundu; ama kararlıydı. “Olmayacağını sen de biliyorsun Ha Rim… Lütfen artık bu konuyu kurcalayıp beni daha fazla üzme…”

Bu sözlerim üzerine Ha Rim acıklı gözlerle bakmıştı bana. Kolları iki yana düşmüştü. Gerçek bir üzüntüyle:

“Ah, Jong Hwa…” diye mırıldanmıştı.. “Ben seni izlerken bile üzüntüden ölecek gibi oluyorum; sen bu acıyı kalbinde taşımaya nasıl dayanıyorsun?”

Bu sempati dolu sözler, birdenbire bütün gücümü tüketti…

Önce usulca, sonra sarsılarak ağlamaya başladım…

“Dayanamıyorum Ha Rim…” diye fısıldadım hıçkırıklar arasında. “ben… dayanabileceğimi sanmıyorum…”

Ha Rim birden korktu, koluma yapıştı: “Ah, ben de bundan korkuyorum dostum! Neden böyle yapıyorsun o zaman?! Neden bir çıkış yolu aramıyorsun?! Jong Hwa, bu kadar acıya dayanamayacaksın, sana bir şey olacak diye korkuyorum, ne olur dinle sözümü! Bak… Bong Rim’la konuşalım; o da olmazsa Go Han’a gidelim, başka bir çare bulsun, bir şeyler yapalım!”

Onun çığlık gibi çıkan sesi birden beni kendime getirdi. Gözyaşlarım durdu. Sakince:

“Olmaz…” diye mırıldandım. “Bu sırrı kimse bilmemeli… Çünkü yapılabilecek bir şey yok: Ülkemizin bekâsı için bu evlilik gerçekleşmek zorunda! Ve ben şimdi-“ Sesim çatladı. Toparlanıp devam ettim: “Eğer şimdi Bong Rim’e gider, He Ran’ı sevdiğimi anlatırsam, her şeyi daha da zorlaştırmış olurum: Bong Rim aşkımızı anlayışla karşılayacaktır, ondan eminim… Ama kalbinin bir köşesinde, bir burukluk kalacaktır: Sevgili kraliçesinin bir zamanlar kendisini değil de en yakın arkadaşını sevmiş olduğunu yıllar sonra bile anımsayacaktır… Korkum odur ki, bu burukluk, kraliçeye göstereceği şefkat ve sevgiye de yansıyıp onlara bir gölge düşürür Ha Rim… Beni anlıyor musun?”

Bu sözler üzerine Ha Rim başka bir şey diyemedi. Ama kolumu kuvvetlice sıktı:

“Tamam…” diye mırıldandı. “Sen öyle diyorsan benim üzerine söyleyebileceğim bir şey yok… Bir daha bu konuyu açmayacağım… Ama…” Bir an durdu, kaygıyla gözlerimin içine baktı: “Ama bana söz ver, Jong Hwa: Ne olursa olsun, asla, ama asla kendine bir zarar vermeyeceksin!”

İşte o zaman ona söz verdim: Ne olursa olsun hayattan vazgeçmeyecektim… Boş bir kabuk gibi olsam bile yaşamaya devam edecektim…

Ama… bu sözü tutmanın böylesine zor olacağına ihtimal vermemiştim…

Şimdi anlıyorum ki, eğer anlatmazsam delireceğim: Onu ne kadar sevdiğimi, içimin ne kadar yandığını… Birileri okusun diye değil: Onu, cihandaki her şeyden çok sevdiğim için yazıyorum… Delirmemek için yazıyorum… Ha Rim’e verdiğim sözü tutmak, yaşayabilmek için yazıyorum…

Bu boş parşomenin ilk sayfasına onu temsilen bir orkide resmi çizdikten sonra, ibadet eder gibi yazıyorum…

“Çiçeğim… Orkide çiçeğim benim…”

İlk sayfaya, bir damla gözyaşım düşüyor…

Asla kavuşamayacağım aşkım için ağlıyorum…

Min Woo uyandığında gözleri sırılsıklamdı… Ancak bu defa yüreğinde korku yoktu: Rüyalarında gördüğü hayattan ilk defa korkmamıştı. Ama bu kez de, kocaman bir taş oturmuştu göğsünün tam ortasına…

Artık onu anlıyordu: Rüyasında gördüğü adamı, kendi yüzüne sahip olan adamı, şimdi öyle iyi anlıyordu ki… Aşk, dünyanın en korkunç acılarını getiriyordu insana. Onu en derin mutsuzluklar içerisinde bırakıyordu. En kötüsü de, daha kısacık bir süre önce sonsuz bir mutluluk vaad ederken yapıyordu bunu. Bundan daha büyük bir cehennem olur muydu?

Ve şimdi yattığı yerde gözyaşları dökmeye devam ederken kendi aşk acısına mı, yoksa rüyalarındaki adama mı ağladığını bilmiyordu Min Woo… Aklına, “seni asla bırakmayacağım… bu rüyaların sırrını birlikte çözeceğiz…” diyen Ji Han geldi…

İçi bir kez daha, asit atmışlar gibi acıdı…

“Ah… Ne kadar çok yalan söyledin bana…” diye fısıldadı kendi kendine, onu hiç duymayacak olan sevgiliye.

Tam da o anda, telefonunun mesaj sesi duyuldu.

Min Woo, bezgin bir biçimde uzandı, yatağının baş ucundaki telefonu aldı eline. Gözyaşlarıyla buğulanmış bakışlarını ilgisizce ekranda gezdirdi.

Birden, gözleri faltaşı gibi açıldı!

Ekranda, bilmediği bir numaradan gelen mesajda: “Rüyalarındaki prensesi bulmak istiyor musun? O halde 24 aralık gecesi saat 8’de Ywanggeroim parkında ol” yazıyordu!

***********************************************

Christina Perri – A Thousand years

“Heyyy, azıcık gülsene prenses! Bu partiye sen biraz eğlenesin diye gidiyoruz!”

Ji Ah dalgın bakışlarını taksinin camından ayırdı ve yanında oturan Kang Hyuk’a yorgunca gülümsedi. Aslında kendisine kalsa yorganı başına çekip günlerce evden çıkmamayı tercih ederdi ama ablası ve Kang Hyuk o kadar ısrar etmişlerdi ki, onları kıramamıştı işte. Zaten ikisi de günlerdir kendi moralini düzeltmek için çırpınıyorlardı; onların sinemaya gitmek, lunaparkta eğlenmek, hatta birkaç günlüğüne Jeju adasına kaçmak gibi tekliflerinden Ji Ah’ya artık fenalık gelmişti. Bu parti işine de o yüzden razı olmuştu; hem zavallılara artık çok ayıp olduğu, hem de bu geceden sonra kendisini bir süre daha rahat bırakacaklarını umduğu için.

Ama bunu kabul ederken partinin kostüm gerektirdiğini bilmiyordu! Genç kız üzerindeki hanboka baktı ve istemsizce yüzünü buruşturdu:

“Hepsi iyi de, şu kıyafet olayı nerden çıktı? Bu partiye bir kot bir tişörtle gidemiyor muyduk kuzum?!”

“Tabi ki hayır, adı üstünde, kıyafet balosu bu!” dedi kendisi de eski zaman kıyafetleri içerisinde olan Kang Hyuk. “Hem niye trip yapıyorsun ki, hanbok sana acayip yakışıyor, çok güzel oldun!”

Ji Ah hafifçe omuz silkti: Güzel olup olmaması şu anda umrunda olan en son şeydi. Ayrıca başındaki ağır peruk kendisini kaşındırmaya başlamıştı. Saçlarını bozabileceğine hiç aldırmadan hart hurt kafasını kaşımaya başladı, Kang Hyuk’sa ona yan yan bakıp bıyık altından gülüyordu.

Nihayet bir süre sonra Kang Hyuk:

“İşte burası! Ajuşi, lütfen sağda durur musunuz?” deyip durdurdu taksiyi.

Arabadan indiklerinde Ji Ah şaşkınlık içerisinde çevreye bakındı: Bir parka gelmişlerdi. Genç kız şaşkınca:

“Hani, parti nerde?” diye sordu.

Kang Hyuk’sa heyecan ve neşe ile kıpır kıpırdı: Genç kızın elinden tuttu, “işte canım, hemen şurda, ilerde!” deyip onu hızlı adımlarla yürütmeye başladı.

Ji Ah şaşkınca onun adımlarına yetişmeye çabalıyor, bir yandan da parkın ilerisinde partinin yapılacağı türden kapalı bir mekân arayıp duruyordu ki, Kang Hyuk:

“Ah, işte beklediğimiz kişi burda!” dedi neşeyle ve el sallamaya başladı: “Hey! Biz burdayız!”

Az ötede, parktaki bir banka oturmuş genç adam ağır ağır kalktı, ve Ji Ah hayret içerisinde fısıldadı:

“Min Woo!”

Min Woo’nun da onu görünce gözleri şaşkınlıkla açıldı. Genç adam:

“Sen!…” diyebildi sadece.

Kang Hyuk’sa bir ona, bir diğerine baktı. Genç adamın dudaklarına muzip bir gülümseme yerleşmişti:

“Min Woo-şi, size Ji Ah’yı takdim ediyorum,” dedi. Ve kızı, çocuğun kollarına doğru itti:

“İşte, rüyalarınızdaki prenses!”

-On Dördüncü Bölümün Sonu-

On Dördüncü Bölüm: “İşte Rüyalarınızdaki Prenses!”’ için 22 yanıt

  1. Kang Hyuk’cum ne güzel konuşuyorsun sen öyle.Aferin sana doğru yolu bulmanın zamanı gelmişti zaten değil mi taklım 😀 Sevdim seni şimdi ne olursa olsun doğruyu söylemek lazım.

    Menajer bey bir çek git allasen zaten ortalık karışık.Vah zavallı Min Woo ya.Ay sözün bittiği yere geldim he.Söyleyecek hiçbir şey bulamıyorum resmen.İçim dağlanıyor Kok böyle sahneler azalarak bitsin lütfen 😀

    “buraya çöp döken eşektir!” ahahshsgah iyice içinden Türk abisi çıktı Kang Hyuk’un içinden.“Tamam tamam, aç ağzını bakayım, uçak havaalanına inecek,”sen de beni öldüreceksin valla.Tam burada duygulanmış gidiyordum böyle şeyler çıkartıp güldürdün beni he.Ağlatırken güldüren de bir şahsiyetsiniz mirim.Çok yaşayın! Kang Hyuk bu kadar ısrarla rüyaları sorunca o da mı aynı rüyaları görüyor diye şüphelenmediim değil he.Ama saçmalamışım tabi 😀

    Amağğn Min Woo’nun da aşk acısı hiç çekilmiyormuş.Atarlı ergen tavrı gelmiş çocuğa.Ney çüş oha milyonlarca genç kızı peşinden sürükleyen Min Woo’muzun ilk deneyimi miymiş.Ha keza Hyo Rim.Çok kdrama gördüm sizi 😀 Aha yine bir merak unsuru vol 43784364 ne yalanı söylemiş ki bu kız.Ya da salak Min Woo yine neyi başka yerlerinden anlamış.

    Öff ne bölüm yazmışsın böyle yea.Her taraftan dramı yedim 😀 Git söyle oğlum prense hakikaten bir çıkış yolu bulun.Jong Hwa’nın aşkına da şapka çıkarmak lazım.Kendi acısından ziyade kıza gelebilecek zararı düşünüyor.Bu rüyaları ben çok seviyorum ya.Filmlerde dizilerde de bayılırım böyle alengirli şeylere.Müzikle falan da çok uyumlu olmuş gerçekten.Yazdığın dil de normal hikayeden farklılaşıyor o dönemin atmosferine gidebiliyorum ben.

    Kang Hyuk yerim oğlum seni.Bak bunu her zaman söylemem biliyorsun ama kedi canını senin ulan ya.Gözlerimden kalpler saçtım resmen sana ahashgs.Fiyufff ne bölümdü bu be böyle.Diğer bölümlerde artık hayat sevince güzel dansları yapalım rica ediyorum.Bu kadar dram bile bana yetti de arttı.Hikayene,dimağına sağlık rakiş cınım 😀

    • Kang Hyuk’u sonunda sevmeseniz de takdir etmenize sevindim egosantrik hanımcım 🙂 min woo’yu üzdükçe sizi üzüyoruz ama tamam, bundan sonraki bölümde bu kadar ajitasyon yok! 😀 bütün dramı bu bölümde bitirdim zaten, kalmadı 😀 çöp dökme-uçak geliyor muhabbetleri bölüme ekleyeyebildiğim yegane komedilerdendi, ay benim bile içim şişti yazarken 😛
      “Amağğn Min Woo’nun da aşk acısı hiç çekilmiyormuş.Atarlı ergen tavrı gelmiş çocuğa.” Muhahahah 😀 😀 Min Woo-Hyo Rim’in ilk gecesi konusunda haklısın ama Koreli bunlar, muhafazakarlar, keh keh 😀 😀 Zaten idollerin yaşam şartları ve deli çalışma saatleri malum; zavallıcıklar katıldıkları programlarda hiç sevgilileri olmadığını falan açıklıyorlar 😛 “Aha yine bir merak unsuru vol 43784364 ne yalanı söylemiş ki bu kız.Ya da salak Min Woo yine neyi başka yerlerinden anlamış.” Ahahah, Min Woo’yu nasıl da iyi tanıyorsunuz siz öyle 😉
      “Kang Hyuk yerim oğlum seni.Bak bunu her zaman söylemem biliyorsun ama kedi canını senin ulan ya.” Tieyytt, şunu senin ağzından duydum ya, bu yeter bana 😀 😀 Bi sonraki bölümde bilumum Bollywood ve Ayşecik dansları ile karşınızda oliciğiz 😉 Teşekkür ettim güzel yorumun için, muck! 😀

  2. ben de dün yeni bölüm ne zaman gelir? acaba sorsam mı? ya yazamadıysa :/ şeklinde düşüncelerle boğuşmuştum 😀 hep gereksiz düşünüyorum zaten dlfnhlhdgs.

    min woo, bebeyim, yaşadığın şokla ji ah’ı hastane odasında kang hyuk’la bırakman doğru bişi mi?
    “küstüm sana ben” mi? hiç sempatik değilsin kang hyuk -.-
    hiii “Ama artık oyun oynamayacağım Ji Ah: Sen ne istersen, nasıl yaşamak istersen öyle olsun… Ben yalnızca senin mutluluğunu istiyorum…” hay azını öpeeem kang hyuk. yola gel şöyle işte yavrum ya.
    ben min woo olacaktım var yaaaa… ji ah baya sürünürdü ama konudan sapmamak gerek sen süründürme e mi hikaru ^^

    oy bebeyim ya. benim nomu şekşi bebeyim depresyonlara da girermiş. yerler seni yerler.
    min woo’nun böyle kafası karışıkken bile olan aşk böcüğü halleri standartlarıma tavan yaptırıyo. gelecekteki erkek arkadaşıma şimdiden üzülmeye başladım :/
    HA? kaybettiği aşkı mı? bir daha birlikte olamazlar mı? MİN WOO, SEN DELİRDİN Mİ?
    sayfayı aşağı çeken şeyma’dan çıkan ses ” oyhh *gınk* ” jaejoong sen nesin allah aşkına söyle ya!! elindeki sigaran olam yiiidiiimmm öhöm!
    hadi ji ah hallet şunu da çocukcaaaz daha fazla depresyon modda gezmesin! hadi ji ah!
    oha! “Neden erkek kılığına girip yanımda çalışmaya başladın, hadi anlat! Benim büyük hayranlarımdan biri olsan hadi anlarım, ama değilsin. Söylesene, bu işten ne kazancın vardı?! Yoksa maceralarını kitaplaştırıp “ünlü yıldızı nasıl kandırdım?” diye best-seller olmayı mı amaçlıyordun?!” bu laf min woo’dan çıkmış olamaz O_O o bu kadar düşünüp konuşamaz O_O biri onu kötü yönde yönlendirmiş -.-
    aptal min woo! mal min woo! embesil min woo! gay olduğunu sanıp porno izleyen min woo!!! tipine bakıp anlayabilecekken ne hallere düştünüz! bir de sadece ji ah’ı suçluyorsun! mal! mal! mal!
    korkak ji ah! anlayışsız ji ah! aptal ji ah! min woo’ya kızıyorum ama senin suçun da öyle az değil! ne diye bekledin o kadar?! çocuğun o hallerini gördüğün halde ne diye uzattın?! korkak, mal! ““Ben senin için kendimden şüpheye düştüm!” diye bağırarak onun sözünü kesti Min Woo. “Kariyerimden bile vazgeçtim! Her şeyi, ama her şeyi çöpe atmaya razıydım! Tanrım, bana bunu nasıl yaparsın?? NASIL YAPARSIN?!” her kelime kalbine kirpi gibi batsın e mi !!
    min woo sen de şimdi biraz abartmadın mı evladım? asla affetmemler, bir daha karşıma çıkmalar falan. 10dk sonra köpek gibi babam mı pişman olacak alla alla fff.

    bak kang hyuk, peşin peşin söylüyorum kızın şu kötü halinden kararlanırsan eğer sen içerdeyken kitapçını ateşe veririm -.-
    “Senin onu bilerek üzmeyeceğini sakin kafayla anlamış olacak çünkü…” anlamak? min woo mu? ljsafdsjldhnşsdfljndslgnsdfgbadşsf nşdafjghsaşdlfjnşsdjhsşldgnhshgk
    hiiiiiiii :O kang hyuk-ahhh, sen gerçekten onlara yardım mı edeceksin? bunu gerçekten yapacak mısın? yirim seni galp

    aşk acısı min woo’ya onun kurması imkansız cümleler kullandırmaya başlamış bakıyorum.
    OHAA!! “İşte gördün, gerizekâlı idiyot Min Woo gene kendisini aldatacak birini buldu!” şu cümlede geçen “gene” lafı beynimde yankıkandı! kim aldattı min woo’yu? hyo rim mi? O_O
    “Bir kere daha aldatıldım!” dedi. valla dedi. gördüm ya dedi gerçekten. HYO RİM SENİ GEBERTİRİM! SEN KİMSİN Kİ MİN WOO’YU ALDATIYORSUN?!

    hohhooyyy dngdlhnsşlghng. gerçek geçmişe göndermeler… dlfknxgklhsksfngkjsadhsdtgjhgdj
    ilk gece muhabbetinde yoruma nerden başlayacağımı bulamadım dgsdjnghdnfhf. hyo rim ne şanslısın ya agsjndlhsfg. ilah gibi çocuk bulduğun yetmedi bir de bakir lksngdknhsdkhnfjh. hayır bir de min woo hyo rim’de duruyor, ediyor falan ama ji ah’a atlıyordu resmen jfgnlşfdshndsfşjhhfjgjk
    OHA! min woo kızla birlikte olduktan hemen sonraki gün mü ayrıldı?!! hyo rim sen ne yaptın ya :O

    bu rüyalar için ayrı bi hikaye yazılır resmen ama ya hık*hık*

    kang hyuk-ahhh, sen çok muhteşem, iyi kalpli, sevimli, yürekli, melankolik, sadık… bir adamsın ya kalpkalpkalp

    kafam ji ah ve min woo’ya takılması gerekirken hyo rim ve min woo’ya takıldı iyi mi fff. nasıl bi yanlış anlaşılma geçti de min woo hyo rim’i terk etti acaba O_o
    utanarak söylüyorum rüyalardaki isimleri unuttuğum için tam şuan ilk bölüme dönüp rüyaları tekrar okumayı düşünüyorum fff. ordaki olayı unuttum ya var mı böyle bir şey fff.
    neyse, ellerine sağlık ço muhteşem bi bölümle döndün ve çok güzel de sürpriz oldu hani 😀 mention mailini görünce gözlerim yerinden fırlıyodu resmen djkgsdfgnhjdfjff

    • oy oy oy! senin bu uzun ve acayip içten yorumlarını çok seviyorum ben yaa! döktürmüşsün gene, ellerine sağlık kuzum 🙂

      “min woo, bebeyim, yaşadığın şokla ji ah’ı hastane odasında kang hyuk’la bırakman doğru bişi mi?” çocukcaaz o şokla ne yapacağını bilemedi ki… gördüğün gibi kızı biraz süründürecek 😉

      “min woo’nun böyle kafası karışıkken bile olan aşk böcüğü halleri standartlarıma tavan yaptırıyo. gelecekteki erkek arkadaşıma şimdiden üzülmeye başladım :/” ahahah, evet romantik komedilerin böyle bir yan etkisi oluyor, gerçek hayattaki ilişkide de aynı şeyi beklemeye başlıyorsun ki bu hiç gerçekçi diil maalesef 😛

      “sayfayı aşağı çeken şeyma’dan çıkan ses ” oyhh *gınk* ” jaejoong sen nesin allah aşkına söyle ya!! elindeki sigaran olam yiiidiiimmm öhöm!” ahahah! 😀 😀 hikaye bitsin, bilgisayarımdaki kocaman jaejoong klasörünü sana yolluycam 😀

      “bu laf min woo’dan çıkmış olamaz O_O o bu kadar düşünüp konuşamaz O_O ” bak bu konuda haklısın, ama çocukcaaz gece boyu aynı şeyi bozuk plak gibi kafasında döndürüyor, demek artık böyle şeyleri o bile düşünebilir kıvama geldi 😀 😀

      “aptal min woo! mal min woo! embesil min woo! gay olduğunu sanıp porno izleyen min woo!!! tipine bakıp anlayabilecekken ne hallere düştünüz! bir de sadece ji ah’ı suçluyorsun! mal! mal! mal!” ay bu paragrafa abartısız on dakika güldüm 😀 gay olduğunu sanıp porno izleyen min woo tanımlaması müthiş, müthiş! akjskjaskjsakj 😀 😀 😀 geniş aile’deki ulvi sıfatları gibi olmuş, harika! 😀 😀

      bir başka kopma sebebi: “ilk gece muhabbetinde yoruma nerden başlayacağımı bulamadım dgsdjnghdnfhf. hyo rim ne şanslısın ya agsjndlhsfg. ilah gibi çocuk bulduğun yetmedi bir de bakir lksngdknhsdkhnfjh. hayır bir de min woo hyo rim’de duruyor, ediyor falan ama ji ah’a atlıyordu resmen jfgnlşfdshndsfşjhhfjgjk” hyo rim min woo’nun ilk tadına bakan olmuş, sajsakjsakkaslk 😀 😀 😀 ama bu olay 3 sene önceydi; yani min woo arada epeyce tecrübelenmiş gördüğün gibi… ji ah’ya atlamaları o yüzdendi, sakjsaksalksalk 😀 😀

      min woo-hyo rim olayını elbette burda bırakmayacağım. bir sonraki ya da daha sonraki bölümde her şey açığa çıkacak 😉

      ve kang hyuk’a söylediğin güzel sözler benim de gözümden kaçmadı, il woo’nun şahsında size teşekkür ediyorum efenim 😀 il woo’yu sevmediğin halde kang hyuk’a gösterdiğin inceliğe paha biçilemez! 😀 😀 senin de ellerine sağlık, zaten bir bölüm ben yazıyorsam yorumlarda yarım bölüm de sen yazıyorsun, sahjsakjsalka 😀 tekrardan sağol cnm, görüşmek üzere ^^

  3. Ooof offff…
    Kolum kanadım kırıldı resmen. Sevgili 2. adam artık bunu resmileştirmeninde ötesine geçti kabullendi yenilgisini ve bayrak açarak kutlamasını bile yaptı. Bebeğim bu kadar iyi olunca eline geçecek tek dişi canlı ben oluyorum Aç bakiiim kolları 😀

    Min Woo ve Ji Ah ile ilgili durumları göz ardı ederek Zavallı kızımız (Hala bi kontra atak bekliyorum) Hyorim olayını merak ettiğimi ve bu merakın son haddide ulaştığını bildirmek istiyorum 😀 O hain babasının işi gibi bu durumda ya niyse

    Hayattan bzmiş MinWoo intihar etse falan çok gerçekçi olurdu bu hikaye aslında bu arada 😀 Şansımı denemeye devam ediyorum tamam 😀

    Geçmiş hayatta yazılan o mektup (: O anlatım tarzı ellerine yüreğine sağlık. Süper bir bölüm olmuş.

    • hoşgeldin 😀 2. adam yine 2. adamlığını yaptı; kızı kendi elleriyle 1. adama verdi… mi acaba? 😉 beni bilmiyor musun cadım, ben hikayeyi burdan bile döndürürüm gerekirse. beklemede kal diyorum 😉 zaten sonundan memnun olmazsan kang hyuk’u teselli etmek gene sana düşecek 😀

      hyo rim olayını en kısa zamanda anlatacağım, onu bilinmezde bırakmak gibi bir niyetim yok. ama min woo’nun intiharını hiç bekleme cadım, dönülmez akşamın ufkunu çaldırsan bile olmaz o iş 😀 😀

      teşekkür ederim yorumun için ^^

  4. joseonginseng dedi ki:

    Dün gecenin bir yarısı gözlerimi zorla açarak okudum hikayeyi yorumu sabaha bıraktım o halde saçmalamamak için 🙂

    Aslında 2.adamlara karşı bir zaafım vardır fakat şimdiye kadar Kang Hyuk’a karşı öyle bir şey hissetmemiştim.Bu bölümde o duygularım canlandı.Artık hiç ihtimali kalmadı Kang Hyuk’un.Bari başka birini bulsaydık çocukcağıza dağ gibi oğlan aşk acısından eriyip bitecek 😦 .

    Min Woo tam beklediğim gibi bir tepki gösterdi ama Hyorim cadısı ne yaptı çocuğa bu kadar o geceden sonra ayrıldılar hemen?Bitmeden hikaye bu da açıklığa kavuşur diyorum 🙂 My lovely roommate ostları ( 🙂 ) gibi bunda da güzel şarkılar seçmişsin 🙂 .QIHM ostu çok hainceydi ama 😀 Daha dizinin etkisinden çıkamadık bi de hikaye çıktı başımıza 😀

    Bir de sabah sayfayı açınca farkettim 14.bölümmüş bu 😦 Yani az kaldı bitmesine dimi? Hangi ara geçti bu kadar bölüm anlamadım ben.Umarım biraz daha uzatırsın da 16da final yapmayız.Ya da yeni bir hikayeye başla sen biz okuruz yine hiç endişelenme 😀 😀

    Ellerine sağlık umarım yeni bölüm çabucak gelir ^^ (Ya da hiç gelmesin ki bitmesin hikaye 😀 )

    • joseonginseng dedi ki:

      Söylemeyi unuttuğum bir şey var 🙂 O rüyadaki mektup neydi öyle? İçime işledi hissettim hepsini 😦 Bunu yazabilmek için bu duyguları yaşamış olmak ya da büyük yetenek gerekir 🙂 Rüyadan da ayrı bi hikaye çıkarmış hani senden bir de joseon dönemi hikayesi bekliyoruz 😛 😀

      • çok teşekkür ederim joseonginseng! ama joseon hikayesi beni aşar; hem kore tarihine hakim değilim (:D) hem de o kadar dram yazamam ben yav 😛

        kang hyuk’a sempatinizi tavan yaptırdım bu bölümde di mi? 😀 gerçekten çok asilce davrandı çocukcağız… başka birini bulur muyuz orasını bilemiycem 😉

        QIHM ostu hainceydi kabul ediyorum 😀 😀 ama çok güzel şarkılar var, kullanmasam yazık olurdu… ayrıca bitime az kaldığı konusunda haklısın canım. tadında bırakmak lazım 😉 çok teşekkür ederim yorumun için ^^

  5. morzambak dedi ki:

    oha süperdi yahu sevgili hikaru 😀 bu bölüm hep hüzün, burukluk, pişmanlık ve acı doluydu bi ara gerçekten gözlerim doluyordu yeminle ya nasıl bu kadar içten yazabiliyorsun gerçekten sana imreniyorum valla hikarucum sen bu yetenekle bi kitap çıkartırsn artık ki çıkartmalısında zira her bölüm yeteneğin tavan yapıyor 😀 😀 ah kang hyuk aşkını kalbini gömüp esra erolun kore şubesi olarak jin ah ve min woo nun yuvasını yapmaya koyuldu canım ya artık kang hyuk a kelimelerim kifayetsiz kalıyor o kadar hayranım yani 😀 hımm bu arda bende çok merak ettim geçmişte ne olduda min woo hyo rim’i böle kedi yavrusu gibi kapısında ağlamasına göz yumdu valla pek merak ettim neyse umarım gelecek bölüm öğreniriz ..Ahh rüya yine çok fenaydı ya valla rüya kısmını bitirdikten sonra kalbime bi öküz oturdu nefes alamadım bi süre o kadar gerçek ve samimi ki tekrar tebrik ediyorum seni üstad ve sen neymişsin be abla diyorum 😀 neyse canım emeğine sağlık gerçekten çok tebrik ederim gelecek bölüm görüşmek üzere şen ve esen kal sevgiler^^

    • çok sağol tatlım! ^^ çok ağlak, zor bir bölümdü; gene de beğenmenize çok sevindim 🙂 ahahah, kang hyuk esra erol’a bağladı 😀 işte gerçek sevgi; kız mutlu olsun diye kendi mutluluğundan bile vazgeçti yavrucak… hyo rim olayı en kısa zamanda aydınlanacak; rüyaların sonucunu da yakın zamanda göreceğiz 😉 tekrar teşekkür ederim güzel yorumun için, sevgiler ^^

  6. kübra çelik dedi ki:

    iyi günler. ben hikayelerinizi yeni keşfedenlerdenim. zevkle ve merakla okuyorum. kaleminiz çok kuvvetli (allah nazarlardan saklasın) benim sizden ufak bire ricam olacak. korelilerle ilgili her şeyi çok seven ama evinde interneti olmayan bir arkadaşım için doğum günü hediyesi hazırlıyorum ve müsadeniz olursa sizin my lovely rommate hikayenizin çıktısınıda bu hediyeye dahil etmek istiyorum emeğinizi zai etmeyecekse eğer…

    • merhaba kübra 🙂 güzel sözlerin için çoook teşekkür ederim, çok naziksin. hikâyeyi arkadaşına elbette hediye edebilirsin, bundan çok mutlu olurum. yazdıklarımı insanlar okusun, eğlensin diye internete koyuyorum ne de olsa 😉 sevgilerimle ^^

  7. Her ne kadar bu bölümde Kang Hyuk içinde taşıdığı bizden parçalarını bu bolümde ortaya çıkartmış olsa da (bkz:Buraya çöp döken eşektir ^__^ ) benim sempatimi kazanamadı. Ne yaparsa yapsın kazanamayacaaaaak. Nayıır, asla! 🙂 Min Woo’ya gelirsek o da aynı. Ben onu sadece rüyalarında sevdim. Iyy ne iğrenç bir cümle oldu bu böyle. 🙂 Aslında vıcık vıcık duygusallık, vay efendim ülkenin geleceği için o büyük aşkından ayrı kalmacalar, vazgeçmeler falan benim içimi sıkmalı ama Hikaruivy ne yaptın sen böyle? En sevdiğim kısımlar bu rüya kısımları oldu. Hayır öyle sadece vazgeçmek de değil en yakın arkadaşı. Allah’tan arkadaşı aşık değil. Ama şu anda yeni bölümü bekleme heyecanı içinde ama Bong Rim in de bir süre sonra He Ran’ın tavırları, güzelliği vs inden etkilenip ona aşık olduğunu kurmuş ve arkadan arkadan juanito’dan arkadaşımın aşkısın çalıyor. Nasıl bir psikoloji içine girdim ben? 🙂 Ellerine sağlık, heyecanla sonraki bölümü bekliyorum. 🙂

    • kang hyuk bazı okuyucularımız için ağzıyla kuş tutsa da yaranamayacak, anlaşıldı 😀 ama sen min woo’yu da sevmiyorsun demek; bak bu ilginçmiş! ee, geriye erkek kalmadı yahu 😛 😀 rüyalarda ağlaklık dozu maksimumda; gene de en sevdiğin kısmın bu olmasına hem şaşırdım hem de sevindim. ben pek dram insanı olmadığım için o kısımları hakkını vererek yazabildiğime pek inanmıyorum çünkü… rüyaların da bir sonuca bağlanmasına az kaldı 😉 sevgilerimle ^^

  8. Ben geldim =))

    Yoğunluktan yeni bölümleri fark etmemişim bile, iki bölüm birikmiş ne güzelll! 😀

    Kang Hyuk’un tekrar doğru yolu bulmasına sevindim, bir seviyorum bir sevmiyorum bu çocuğu sayende 🙂 Bu bölümdeki jesti müthişti ama sanırım bundan sonra ona kolay kolay kızmam:)

    Min Woo-Ji Ah karşılaşması tam beklediğim gibiydi, olması gerektiği gibi Min Woo aldatılmış hissiyle kızı doğru düzgün dinlemeden acı çekmeye devam etti. Hyo Rim’le olan yalanı, yanlış anlamayı çok merak ediyorum. Bir isimi bile doğru düzgün anlamayan Min Woo neyi böyle yanlış anlayıp da koca ilişkiyi sonlandırmış merak konusu..

    Rüyalardaki hikaye çok fena, Min Woo her türlü aşk acısı çekiyor :p “Buraya çöp döken eşektir” ayrıntısı yine çok komikti, senin bu küçük göndermelerine bayılıyorum 😀

    Diğer bölümü okumaya gidiyorum, Min Woo ne yapacak çok merak ettim. Kang Hyuk aslansın! 😀
    Ellerine sağlık^o^

    • hoşgeldin 😀 ben de iş bulma telaşına düştüm, yorumlara bile cevap yazamaz oldum.. tam da hikâyenin sonuna yaklaşmışken böyle ara vermek iyi olmadı ama en kısa zamanda yeni bölümle döneceğim, söz! 😉

      kang hyuk konusunda duygularınızı roller coaster yaptırdım, ahaha 😀 artık kızma kangcığıma, cici çocuk o 😀 😀

      çocuksu min woo’nun olgunlukla hareket etmesi beklenemezdi zaten, değil mi? başta öfkelenip ji ah’yı dinlemeyeceği belliydi.. hyo rim konusuna geri geleceğiz ayrıca 😉

      min woo her türlü aşk acısı çekiyor, rüyalarda bile: zavallı erkek karakterlerime yapmadığımı bırakmıyorum 😛 😛 senin de ellerine sağlık canım ^^

  9. Bu bölümde ağladım 😦 Evet, ben kıza ağlarım diye düşünüyordum, yani gerçek hayattaki öyküye.. Ama ricalarımı kırmayıp çok dram koymadığın için çooooook teşekkür ediyorum unni. Ama dediğim gibi gerçek hayattaki öyküye ağlamadım.
    Orkide çiçeğim mektubunu yazmadan önce duygularını anlattığı kısımda müzikle birleşen içten sözcükler canımı en çok yakanlardı. 😦 Çocuğa nasıl üzüldüğümü anlatamam 😦 😦 Başkası olsa yakar yıkardım, ama Bong Rim, canım arkadaşım………içimden yükselen bir “böhüeeeee :'(”

    Kang Hyuk’un doğru yolu bulmasına çok sevindim. Bir de Min Woo & Hyo Rim ilişkisine ışık tuttuğun için nomu nomu kamsahamnida. ^_^ So Ji Sub’lu bir hikaye çıkacağa benziyor bunun altından. Min Woo gene neyi yanlış anladı merak etmekteyim. NOT: Kız da bilmeden bir hata etmiş olabilir, bu da bir ihtimal. Ama ben Min Woo’nun hatası olduğunu düşünmekteyim. 😀

    Ve bir de Hyo Rim’i ilk kez sevdim bu bölümde.. Ama gene de sinsi. 😛 😀

    Diğer bölümü yorumlamaya uçuyorum. ^^ Görüşürüz ❤

    • müzikle birleşince yazı daha etkileyici oluyor, bunu uzun zamandır biliyoruz 😉 “Başkası olsa yakar yıkardım, ama Bong Rim, canım arkadaşım………içimden yükselen bir “böhüeeeee :’(” ahahaha, çok tatlısın yaa! 😀 😀

      hyo rim-min woo ilişkisinde so ji sub’lı bir şeyler çıkacak, çok haklısın 😉 yakında ortaya çıkacak. hyo rim sinsi de olsa seviyo ama be..

      yorum için komawoo ^^

  10. makinosev dedi ki:

    tam hikayeye dalmış gidiyorum çöp mevzusu işin içine girdi gerildim yavvv, hiç çöpün şakası olur mu? 😀 “kim ne zaman koymuş onu oraya, temizlik ekipleri nirede, çöp kamyonu tura çıkarken görmemiş” filan diye stres yaptım bir anda 😀 😀 😀
    finale 2 kala heyecan dorukta bu arada 😀 bana çöpü möpü yine unutturdu bölüm finali 😀

    • muhahahaha 😀 😀 sen so ji sub’a asılan sun ah meselesine bozulursun derken kapı önüne bırakılan çöpe takılacağını hiç düşünmemiştim! 😀 😀 evet bu bölümün sonunda yine heyecan yaptırdık, bakalım sonuna ne diyeceksin? 😉

hikaruivy için bir cevap yazın Cevabı iptal et