Dördüncü Bölüm – “Ji Ah, sen eve erkek mi atıyorsun?!”

mint paper project vol.4 cafe: night & day

“E-efendim??”

Ji Ah gözlerini kırpıştırarak karşısındaki çocuğu yanlış duyup duymadığını anlamaya çalışıyordu: “Size gidiyoruz!” Koskoca star Cha Min Woo, kendisi gibi sıradan bir ölümlüye bu lafı demiş olamazdı, öyle değil mi??

“Ne bekliyorsun, hadi sürsene!” dedi Min Woo. “Çok uykum var, bir an önce gidip uyumak istiyorum!”

Ji Ah şaşkınca mırıldandı: “Ta-tamam…” Vitesi değiştirip arabayı ilerletti, bu sırada yanındaki adama kaçamak bir bakış attı.

“Ee… Şeyy… Efendim, size gidiyoruz derken… ne demek istediniz?”

Min Woo kapalı gözlerinden bir tanesini araladı, kıza ters ters baktı: “Size gidiyoruz derken size gidiyoruz demek istedim! Senin evine yani… Bir evin var, öyle değil mi?”

“Şey, evet, bir evim var olmasına var da, yani, size layık olduğundan şüpheliyim!” diye sinirlice güldü Ji Ah. Min Woo yeniden gözünü kapadı, aldırmaz bir tavırla: “Sadece bir gece kalacağım, bir saray yavrusu beklemiyorum zaten,” diye mırıldandı.

Ji Ah’ysa içinden: “Saray yavrusunu bırak, bizimki gecekondu yavrusu bile olamaz…” diye geçirdi. “Hadi bakalım, hayırlısı…”

*************************************************

“HA?! Sen benle dalga mı geçiyorsun?!”

Ji Ah derin bir nefes verdi. Min Woo’yu dairelerin yan yana sıralandığı kocaman bir pansiyona benzeyen apartman kompleksinden içeri sokup kendi dairelerinin önüne getirmiş, genç yıldız: “Bu odaların hepsi size mi ait?” diye sorunca ise şaşkınca: “Hayır, sadece bu kapı bizim daireye açılıyor,” diye cevap vermişti. Min Woo bunun üzerine ona uzaylı görmüş gibi bakmıştı:

“Nasıllll?? Bu… bu ufacık yerin tamamı bir ev mi yani??”

Ji Ah somurtarak: “Ne bekliyordum ki?” diye geçirdi içinden. Min Woo’nun böyle bir tepki vereceği belliydi. Genç kız yine de sabırlı olmaya çabaladı.

“Size daha önce söylemiştim efendim,” dedi, “Bizim evin size layık olmadığını belirtmiştim. İsterseniz şimdi bir otele gidelim ve-” Min Woo elini kaldırıp onun sözünü kesti:

“Gerek yok, gerek yok! Bir gece idare edeceğiz artık, n’apalım…” Sonra acıyan gözlerle kıza baktı: “Bu arada hatırlat da maaşına biraz zam yapayım… Sen de doğru dürüst bir yere taşın, bu fare deliğinde ancak Hobbitler yaşayabilir!”

Ji Ah içinden: “sakin ol Ji Ah… sakin ol…” diye tekrarlayarak dişlerini sıktı. Sonra anahtarlarını çıkarıp evin kapısını açtı. Min Woo içeri girmek için davranınca birden onu durdurdu:

“Yalnız sizi baştan uyarmam gerekiyor Min Woo-şi: Bu evde ablamla birlikte yaşıyoruz. Ve kendisi biraz…” Genç kız Sun Ah’yı nasıl tanımlayacağını bilemediği için bir an durakladı, sonra sözünü şöyle tamamladı: “ee… biraz gariptir…”

“Garip derken umarım beni tanımayacak kadar asosyal ve dünyadan uzak demek istemiyorsundur,” dedi genç çocuk Ji Ah’yı dik dik süzerek. Ji Ah hemen itiraz etti:

“Ah hayır, hayır! Aksine, sizi ve tüm şov dünyası yıldızlarını iyi tanır…”

“Eh, iyi o zaman, hak ettiğim saygıyı göreceğime memnun oldum,” dedi Min Woo ve davet beklemeksizin içeri daldı. Ji Ah da içini çekip onun peşinden girdi.

Neyse ki genç kız şanslı günündeydi, ablası çoktan uyumuş gibi görünüyordu. Ji Ah evin ışıklarının kapalı, içerinin sessiz olduğunu görünce bir an için rahatladı. Min Woo’ya rica dolu bir sesle:

“Size benim odamda güzel bir yer hazırlayacağım, siz lütfen o sırada oturma odasında oturun ve ses çıkarmadan bekleyin, olur mu?” dedi.

“Tamam ama çabuk ol,” dedi Min Woo ve kızın peşinden oturma odası diye tanımlanan odaya girdi. Girer girmez de yüzü buruştu: Bu küçücük dolaba oda mı diyordu bunlar?!

“Ben hemen geliyorum,” dedi Ji Ah ve kendi odasına koşturdu. Genç kız dolaptan temiz çarşaf çıkarırken bir yandan da “nedir benim bu çilem??” diye mırıldanıyordu. Allah vere de ablası uyanmadan şu gece sona erseydi! Genç kız yatağı hazır ettikten sonra sağa sola baktı, kendi uzun saçlı birkaç fotoğrafını, kadın pedlerini, makyaj malzemelerini ve pofuduk ayıcığını dolabın en kuytu köşelerine sakladı.

Min Woo ise o sırada şaşkınlık ve biraz da tiksinti ile oturma odasını inceliyordu. Köşedeki tüplü televizyonu görünce: “Bunlar hâlâ kullanılıyor mu yahu? Ben hepsi çoktan çöpe gitti sanıyordum,” diye mırıldandı kendi kendine. Sonra televizyonun yanındaki ufak büfeye yaklaştı ve merakla içindekileri inceledi: Birkaç takı, ıvır zıvır, bir de fotoğraf çerçeveleri. Min Woo fotoğrafların birinde deniz kenarında anne baba ve iki küçük kız çocuğu gördü –Ji Han’ın kardeşleri olmalı, diye geçirdi içinden-; diğerinde ise lise üniformalı Ji Ah (saçları şimdiki gibi dik dik, ama siyahtı) yanında kendi yaşlarında bir oğlanla (Kang Hyuk’du bu, ama bizim Min Woo henüz onu tanımıyordu…) objektife sırıtıyordu.

“Odayı hazırladım, istediğiniz zaman geçebilirsiniz,” diye Ji Ah kısık bir sesle seslendi arkasından. Min Woo:

“Ha tamam, sağol,” dedi. “Bu arada, önce banyoyu kullanmam lâzım. Banyonuz ne taraftaydı?”

“Burası,” dedi Ji Ah ve onu kendi odasının yanındaki daracık banyoya soktu. Min Woo alaycı bir biçimde “hıh” diye bir ses çıkardı, banyo öyle ufaktı ki, insan aynı anda duş alıp ayna karşısında dişlerini fırçalarken tuvaletini yapabilirdi. Genç yıldız üzüntüyle iç çekip şoförüne baktı:

“Ji Han, Ji Han… Bu şartlar altında yaşıyorsun ve hâlâ yanımda 7/24 yatılı kalmak istemiyorsun… Çocuğum, sen aptal mısın?”

Ji Ah dudaklarını ısırdı. Kim bilir kaçıncı kez “Sinirlenmiycem… Sinirlenmiycem…” diye tekrarladı içinden. Ve konuyu değiştirip yapay bir gülümsemeyle patronuna baktı:

“Sıcak suyumuz her zaman yoktur… Ama narin cildiniz soğuk suyla yıkanmaya dayanamazsa kettle’da ısıtıp getirebilirim…”

“Gereği yok, bir seferlik idare edeceğiz artık,” diye iç geçirdi Min Woo ve banyoya girip kapıyı kapattı. Bu geceyi ileride anılarımda anlatırken hayranlarım ne kadar sabırlı, adeta bir ermiş gibi olduğumu anlayacaklar, diye düşünüyordu. Bu hülyalar arasında donunu indirip klozetin soğuk taşına pat diye oturunca bir an tiz bir sesle bağırdı: “Ay annecim! Çok soğukk!”

Ji Ah ise kapının dışında bir defa daha gözlerini devirdi ve içinden bu gecenin çabuk bitmesi için yüz on yedinci kez dua etti…

*************************************************

Min Woo banyodan çıkıp Ji Ah’nın odasına geçerken hâlâ söyleniyordu: “Hadi her şeyi geçtim, insan soğuk kış günlerinde poposunu üşütmemek için ısıtmalı bir tuvalet almayı nasıl düşünmez?? Bir insan bu şartlar altında nasıl hayatta kalabilir?? Fakirlik de bir yere kadar, cık cık cık…” Ama odanın kapısını açıp karşısındaki manzarayı görünce ağzı çenesine düştü ve az önceki sızlanmalarını bile unuttu:

“Jİ HAAAN?!!!”

Ji Ah “hişşttt, sessiz!” diye fısıldayarak mutfaktan koşturup geldi. Min Woo’nun öfke ve hayalkırıklığından kaşı gözü seğiriyordu:

“Bu… bu mu benim yatağım??” diye histerik bir sesle bağırdı. Bir yandan da titreyen parmağıyla karşısındaki yer yatağını işaret ediyordu.

Ji Ah ne diyeceğini bilemeden baktı ona ve mahcubiyet içinde mırıldandı: “Şey, biz eskiden beri böyle geleneksel biçimde uyuruz, karyola almaya gerek duymadık…”

Min Woo bir kez daha hayret ve dehşet içinde baktı kıza: “Nesiniz siz, on beşinci yüzyıldan zaman yolculuğuyla gelen zaman gezginleri mi?! Manyak mısın oğlum, bu devirde yer yatağı mı kaldı?!”

Ji Ah yine ezilip büzülerek cevap vermeye hazırlanıyordu ki içeri odadan ablasının uykulu sesi yükseldi: “Ji Ah?? Sen mi geldin?”

Ji Ah’nın gözleri dehşetle irileşti: Ablası Min Woo’nun kendi evlerinde kaldığını öğrenirse bu sonu olurdu! Sun Ah Min Woo’yu çiğ çiğ yerdi be! Hadi bir ihtimal çocuğu ablasının elinden kurtardı diyelim, Sun Ah böyle büyük bir olayı ömrü billah anlatır dururdu: Dedikodu yarın bütün mahalleye, ardından tüm şehre yayılır, ve kendisinin hem rezil olması hem de işten atılması ile sonuçlanırdı!

Ji Ah birdenbire ablasının kapısının açılma sesini duydu ve Min Woo’yu tüm gücüyle kendi odasına itti! Zavallı çocuk “hey, n’oluy-” demeye kalmadan kendini içeride, kapıyı da suratına kapanmış buldu.

Ji Ah’nın zamanlaması mükemmeldi, çünkü tam da aynı anda uykulu gözlerle Sun Ah çıktı kendi odasından:

“Geldin mi…” dedi esneyerek. “Çok geç kaldın… Ben de tam uyumak üzereydim…”

“Sen uyu unni, ben de hemen yatıyorum zaten,” dedi Ji Ah sırıtmaya çabalayarak. “Hadi iyi geceleeeer!”

“Açsan dolapta biraz kimchi var,” dedi Sun Ah, banyoya girmeden önce. Ji Ah: “Sağol, aç değilim,” dedi çabuk çabuk, ve bir kez daha eli oda kapısının kolunda, ablasına sırıttı: “İyi geceler!”

Sun Ah uykulu gözlerle banyoya girince Ji Ah derin bir soluk aldı ve yavaşça kapısını aralayıp dar aralıktan içeri süzüldü. İçeri girer girmez de Min Woo’yu don gömlek karşısında buldu!

“Ayyy!” diye ufak bir çığlık attı genç kız ve bir refleksle ellerini yüzüne kapadı. Min Woo somurttu:

“Niye bu kadar şaşırdın? Yirmi milyon wonluk özel tasarım Valentino takımımla uyuyacak değildim heralde! Hadi bana giyecek bir şeyler ver… Ayrıca şu ellerini yüzünden çeker misin, ikimiz de erkeğiz şurada, nedir bu on beşlik kız tripleri?!”

“Ö-özür dilerim!” dedi Ji Ah ve hemen arkasını dönüp gardrobunu eşelemeye başladı. Suratı pancar gibi kıpkırmızı olmuştu. Min Woo’ya uyabilecek en büyük eşofman takımını çıkarttı, genç adama bakmamaya çalışarak ona doğru uzattı.

“Ver, ver bakalım,” dedi Min Woo ve çuval giyiyormuş tripleriyle yüzünü buruşturarak eşofman takımını giydi. Sonra ayakta dikilip üzerindeki kıyafete bakarak bir defa daha inanmazlıkla içini çekti: Eşofmanın paçaları bileğinden on santim yukarıda kalmıştı!

“Neyse, ne yapalım, ileride yazacağın anılarını düşün ve sabret Min Woo…” diye mırıldandı kendi kendine. Ve yerdeki yatağa uzandı. Bir yandan da Ji Ah’nın kafasını ütülemeye devam ediyordu:

“Odan son derece klostrofobik, biliyorsun değil mi? Önce karyolan olmamasına şaşırmıştım, ama sanırım şimdi anlıyorum: Bu daracık yerin neresine bir karyola sığdıracaksın ki? Bu arada bu ev en son ne zaman ilaçlanmıştı? Sakın beni böceklerin cirit attığı bir yere getirdiğini söyleme…”

“Merak etmeyin efendim, altı ayda bir düzenli olarak ilaçlarız,” diye yalan attı Ji Ah. Bir yandan da içinden: “Sanki bana seçme şansı bıraktın da uyuz herif!” diye geçiriyordu. Prens hazretlerini eve zorla getirdik sanki!

“Tam tahmin ettiğim gibi, yer yatağı çok rahatsız…” dedi Min Woo yattığı yerde kıpırdanırken. “İnsan bunda yatıp da belini incitmeden nasıl yaşar, hayret ediyorum… Bana bak Ji Han, bari gitmeden önce birkaç yastık falan çıkar da belimi destekleyeyim. Yoksa yarın sabah müthiş bel ağrıları ile uyanacağıma eminim!”

Ji Ah yine büyük bir sabırla gitti, dolabın üst gözündeki tüm yastık ve battaniyeleri çıkardı, genç adama döndü: “Bunlar olur mu efen…dim?”

Ancak çoktan uyku moduna geçmiş olan Min Woo’yu görünce Ji Ah’nın son hecesi yarım kaldı. Genç kız yarı alaycı, yarı şefkatle gülümsedi: Şımarık Min Woo daha biraz önce yatak çok rahatsız diye başının etini yerken saniyeler içinde o rahatsız yerde uyuyakalmıştı…

Rainbow Ride –어반 자카파

Ji Ah yine de işi sağlama almak için çıkardığı yastıkları Min Woo’nun sağına soluna güzelce dizdi. “Artık kalkınca sırt ağrılarından şikayet edemez, etse bile elimden geleni yaptığımı söylerim,” diye düşündü neşeyle. Sonra derin bir nefes alıp yerinde doğruldu. Ellerini beline dayayarak bir süre öylece kaldı. Bu çocukla uğraşmak insanı felaket yoruyordu.

Ama sonra, derin nefeslerle uyuyan Min Woo’ya bakınca, hafifçe gülümsemeden edemedi: Şu haliyle Min Woo gerçekten çok masum ve tatlı görünüyordu. Uzun saçları alnına dökülmüş, teni bembeyaz ve pürüzsüz, güzel dudakları hafifçe aralanmış, bir melek kadar güzel ve masum… Ji Ah elini çenesinin altına dayadı ve genç adamı izlemeye devam ederken: “Keşke gerçek hayatta da böyle olsa…” diye hüzünle geçirdi içinden. “Bu kadar güzel bir insanın böylesine bencil ve çiğ olması çok acı bir durum! Elimde sihirli bir değneğim olsa onu iyi bir insan yapmak için neler vermezdim…”

O sırada Min Woo hafifçe kıpırdandı ve üzerindeki yorgan açılıp genç adamın kaymış yakasından beyaz boynu ve omzu göründü. Ji Ah birden yüzünü ateş bastığını hissetti: Hayranlarını anlayabiliyordu, çocuk felaket derecede yakışıklıydı ve… şu anda kendi yatağındaydı!

Birden ayağa fırladı! Feci halde utanmıştı:

“Saçmalama Ji Ah, aklına neler geliyor öyle? Aaaa, ayıp ayıp!”

İki eliyle yanaklarına vurup sakinleşmeye çalıştı; sonra odasından çıkıp salonda uyuması gerektiğine karar verdi: Zaten Min Woo da sabah onu kendisiyle aynı odada uyurken görünce yarım saat kafasını ütülerdi!

O yüzden Ji Ah bir battaniye aldı ve yavaşça kapıyı açıp dışarı süzüldü.

Ve odadan çıkar çıkmaz, banyodan çıkmış olan ablasıyla burun buruna geldi!

“N’oldu, uyumuyor musun?” dedi Sun Ah şaşkınca. Ji Ah korkuyla kekeledi:

“Ben? Ben mi?? Uyuyacağım tabii, uyuyorum şimdi, ahaha! Ya sen? Sen yatmıyor musun?” Sun Ah omuz silkti:

“Mehh, uykum kaçtı benim… Oturup biraz TV seyredicem, belki Coffee Prince’in tekrarları vardır… Hadi sana iyi geceler!”

“İyi geceler…” dedi Ji Ah şaşkınca, ve mecburen odasına geri döndü. Az sonra da büyük bir hayalkırıklığı ile içeriden gelen televizyon sesini duydu: Ablası artık sabaha kadar oturma odasında oturacak demek oluyordu bu. Oturma odasında uyuma hayalleri suya düşmüştü.

Ji Ah ayaklarını sürüyerek odanın diğer köşesine gitti. Üzgün gözlerle, deliksiz bir uyku çekmekte olan Min Woo’ya baktı: Yarın sabah ondan sağlam bir fırça yiyeceği kesindi… Zavallı kızcağız çalışma masasının dibine oturdu, masaya sırtını dayayıp battaniyeyi dizlerine çekerek oturur pozisyonda uykunun kollarına teslim oldu…

*************************************************

Min Woo sabah neşe içerisinde uyandı: Çok güzel rüyalar görmüş, keyifli bir uyku uyumuştu. Saçma sapan kabusları bu gecelik Min Woo’ya uğramamıştı.

Gözlerini açtı ve birkaç saniye boş boş tavana baktı: Bu… bu sıvasız tavan…

Sonra birden yerinden sıçradı ve sağına soluna bakındı: Nerede olduğunu anlayana kadar kalbi hızlı hızlı atmaya başlamıştı! Neyse ki odanın bir köşesinde büzülüp uyuyakalmış Ji Ah’yı görünce dün gece olanları hatırladı ve derin bir nefes alıp sakinleşti.

Sonra, oturduğu yerden merakla odanın sağını solunu incelemeye başladı. Dün gece pek fazla görememişti ama görecek pek bir şey de yoktu anlaşılan: Tipik bir fakir odası işte… Duvarda Bigbang’in posterini görünce hafifçe suratı asıldı, bu genç oğlanların posteri varken kendi posteri nasıl olmazdı yaa?! Çalışma masasındaki romanları ve ders kitaplarını görünce şaşkınlıkla durakladı: “Çalışma ekonomileri” “İşletmeye giriş” “Temel Hukuk Bilgisi” Tüm bu kitaplar… üniversite kitaplarıydı, değil mi? Ji Han üniversiteye de mi gitmişti? Min Woo ilk kez şaşkınlıkla az ileride uyuyan şoförüne baktı. Onun lise mezunu olduğunu zannediyordu.

G.NA – Black and White

“Ji Aaaaaaahhhh! Daha uyanmadın mı, gel kahvaltıyı hazırlamama yardım et!”

Birden, içeriden gelen sesle Ji Ah yerinde zıpladı: Genç kızın gözlerinin açılması, Min Woo’yla göz göze gelmesi ve her şeyi bir flashback’le hatırlaması iki saniye bile sürmemişti!

“EYVAH, ABLAM!”

Ji Ah kendi kendine küfrederek ayağa fırladı: Nasıl olmuş da uyuyakalmıştı?? Oysa sabah erkenden uyanıp ablasına görünmeden Min Woo’yu evden çıkarmış olması gerekirdi! Nasıl, nasılll?! Offff!

“Ji Ah, duymuyor musun?” diye seslendi ablası yine. Ve odasına doğru yaklaşan ayak sesleri duyuldu!

“Ahhh, olamaz!” Ji Ah birdenbire delirmiş gibi çırpınmaya başladı: “Ah, napıcaz? Napıcaz??”

Sonra, şaşkın şaşkın ne olduğunu anlamaya çalışan Min Woo’yu kolundan tuttu, dolabına doğru itekledi: “ÇABUK! Çabuk içeri gir, hadi!”

“NE?! Delirdin mi sen?!” dedi Min Woo ama Ji Ah onu duyacak halde değildi, çocuğu hâlâ daracık dolabına sokmaya çalışıyordu. Bir yandan da panikle, giderek yaklaşan ayak seslerini işitiyordu: Ablası her an kapıyı açabilirdi!

“Saçmalama, girmem ben o minicik yere! Nefessiz kalırım, ölürüm be!” diye bağırdı Min Woo ve kendisini itmeye devam eden kızı o da itti.

Birden, ikisi de dengesini kaybetti: Ji Ah yerin altından kaydığını hissetti, düşmemek için refleksle Min Woo’ya tutundu. Min Woo’ysa onu çekiştiren kızın ağırlığını taşıyamadı, “yooo, yooo!” diye bağırırken altta Ji Ah, üstte kendisi, büyük bir gürültüyle yere yuvarlandılar!

Ji Ah ufak bir çığlık atıp bir anlığına gözlerini kapamıştı. Başının arkasında hafif bir acı hissetti, “offf!” diye mırıldanıp gözlerini açtı ve hemen karşısında duran Min Woo’nun dehşet dolu gözleriyle göz göze geldi! Genç kız “hiii!” diye nefesini tuttu. Min Woo ise bu olanlara inanamaz gibi iri iri açılmış gözlerle yüzünün hemen karşısında, nerdeyse öpme mesafesinde duran dudaklara kilitlenip kalmıştı!

“Ji AH! Beni duymuyor musun?!”

Aynı anda odanın kapısı açıldı ve eşikte Sun Ah göründü. Karşısında uyuyan kardeşini görmeyi bekleyen Sun Ah’nın, odadaki manzara karşısında gözleri tencere gibi kocaman açıldı:

Kardeşi yerde iki seksen yatıyordu. Hemen üzerinde, ona sarılmış gibi yatan bir adam duruyordu! İkisinin de gözleri iri iri açılmış ve birbirlerine kilitlenmişti, sanki az önce bir uzay gemisinden ışınlanmış ve burada neler olduğu hakkında hiçbir fikirleri yokmuş gibi gözlerini bile kırpmadan birbirlerine bakıyorlardı!

Tam o sırada Ji Ah’nın gözleri kapıdaki ablasına çevrildi ve genç kız umutsuzca bağırdı:

“Unni! İnan bana, açıklayabilirim!”

Sun Ah ise aynı anda: “Yettim gariiiiii!” diye bağırarak Ji Ah’nın namusunu tehdit eden (!) adamın tepesine çullandı: Onu bir sumo güreşçisi edasıyla kızın üstünden kaldırıp odanın diğer köşesine fırlatırken: “Noliyy lan burdaaaa??? Ji Aaaahhh, sen eve erkek mi atıyorsuuunn??” diye bağırıyordu.

“Unni dur, sakin ol! Dur!!”

“Bu adam kim ulaaaan?? Ben sana benden önce evlenmeyeceksin demedim miii???”

“Unni lütfen dur!” Ji Ah’nın çırpınışları, araya girme çabaları sonuçsuz kalırken Sun Ah çıtkırıldım Min Woo’yu bir o duvara bir bu duvara çarpıyordu! Min Woo ise o sırada “Aaayyy! Annecim annecim!” diye çığlıklar atmakla meşguldü! Ji Ah en sonunda başka çaresi kalmadığını anladı ve bütün gücüyle bağırdı:

“UNNİ! O ADAM CHA MİN WOO!”

Sun Ah birdenbire taş kesilmiş gibi kalakaldı. Min Woo’nun yakasına yapışan elleri gevşedi. “N-nasıl yaa??” dedi şaşkınlıkla. Min Woo ise bu sırada büyük bir yorgunlukla yere yığılmıştı: Zavallının saçları karman çormandı, yüzü gözü Sun Ah’nın tırnakları tarafından çizilmişti. Genç adam: “Ahhh… Dava edicem… Hepinizi dava edicem…” diye inliyordu.

Sun Ah gerçekten de yere oturup kalan çocuğun yüzüne baktı ve “Hiiiii!” diye bir çığlık atıp ellerini ağzına kapadı! Sonra da hırsla kız kardeşinin yakasına yapıştı:

“Neden daha önce söylemedinnnn??? Aaaahhh, inanamıyorum, megastar Cha Min Woo bizim evimize geliyor ve ben onu… ben onu… AAYYYYŞŞŞŞ!!!”

Sun Ah çığlık çığlığa kendi kafasını yumruklamaya başlarken Ji Ah hemen Min Woo’nun başına koşturmuştu. Genç adamın yüzünü elleri arasına aldı, onu kendi yüzüne bakmaya zorladı:

“Efendim?? Min Woo-şi?? İyi misiniz efendim?? Ne olur konuşun benimle!”

Min Woo gözlerini araladı ve karşısındaki kıza baktı. Yüz yıl ötesinden gelir gibi yorgun bir sesle:

“Ji Han…” diye mırıldandı.

“Evet?? İyisiniz değil mi, iyisiniz, iyi! Bakın hiçbir şeyiniz yok!” dedi Ji Ah ve onun sağını solunu kontrol etmeye başladı. Min Woo birden kendine geldi ve sertçe onun ellerine vurdu:

“BU NE REZALETTT??” diye kükredi, “Ji Han, ablan gariptir dediğin zaman böyle saldırgan bir yaratıkla karşılaşacağımı söylememiştin!”

“Böhüüüüü!” Sun Ah yıldırım gibi koşturarak kendini genç oğlanın ayaklarının dibine attı. Onun önünde yerlere yapışırken: “Özür dilerim efendim, ne olur, ne olur bağışlayın beniiii!” diye ağlıyordu. Ji Ah da yalvarmayla karışık üzüntülü bir yüzle genç adama dönmüştü:

“Min Woo-şi… Ne olur bu seferlik affedin… Siz olduğunuzu anlamadı, sizi sıradan bir insan zannetti… Yoksa böyle bir şey yapar mıydı hiç?”

“Yapmazdım! Vallahi billahi yapmazdım! Köpeğiniz olayım Min Woo-şi, böhüüüü!” diye ağlıyordu Sun Ah aynı anda.

Min Woo yüzünü buruşturdu: Aman Tanrım, genç ve yakışıklı bir yıldız için hayat ne kadar da zordu! Min Woo teatral bir biçimde saçını düzeltti ve derin derin içini çekti.

En sonunda, biraz gönülsüz de olsa somurtarak:

“Tamam tamam…” diye mırıldandı. “Ama artık buradan bir an önce çıkıp gitmek istiyorum! Derhal arabayı hazırla Ji Han!”

Ji Ah: “Hemen efendim!” diye ayaklandığı anda Sun Ah da ışıldayan gözlerle çocuğun koluna yapışmıştı: “Aman Tanrım, Min Woo-şi beni affetti! Ne kadar yüce gönüllüsünüz efendim! Çok, çok teşekkür ederim! Ben sizin çok büyük bir hayranınızım!” O sırada uzaklaşmak üzere olan Ji Ah’nın paçasından çekiştirdi: “Ji Ah! Min Woo-şi’ye kahvaltı ikram etmeden şurdan şuraya bırakmam!!! Asla bırakmammmm!”

Min Woo da Ji Ah da kendilerini Sun Ah’nın ellerinden kurtarmaya çabaladılar ama kadın pençeleriyle ikisine birden yapışmıştı, ayrılacağa da benzemiyordu! En sonunda Ji Ah yalvarır bir tavırla patronuna döndü:

“Eee… efendim, bir kahvaltı yapıp öyle çıksak?…”

Min Woo gözlerini devirdi: Bu Hobbit deliğinde bir dakika daha kalmaya tahammülü yoktu aslında, ama… Ama Ji Han’ın masum yüzünde öyle zavallı bir ifade vardı ki, Min Woo tüm bencilliğine rağmen şoförüne acımadan edemedi. Ve gönülsüzce:

“Peki öyle olsun…” diye homurdandı.

Bu lafı duymasıyla birlikte Sun Ah bir kez daha onun ayaklarına kapandı: “Çok teşekkür ederim Min Woo-şi! Size krallara layık bir sofra hazırlayacağım! Aayyyy, inanamıyorum, Cha Min Woo benim evimde kahvaltıya kalıyor! Ayyyyyy!” ve genç kadın şimşek gibi yerinden fırladı.

Min Woo ise onun ardından hayret ve dehşetle bakıyordu. Ji Ah’ya döndü:

“Ablan garip derken ne demek istediğini şimdi anlıyorum…” diye mırıldandı.

Ji Ah zoraki gülümsedi. Genç kız feci halde mahcup olmuştu. Utanarak başını önüne eğdi:

“Onun adına sizden özür dilerim efendim… Sadece, hep TV’de gördüğü büyülü yıldızlardan biri kendi evine geldiği için çok ama çok sevindi! İlk anda sizi tanımış olsa kesinlikle hırpalamaya kalkışmaz, hemen ayaklarınıza kapanırdı, inanın buna…”

“Orasını anladım zaten…” diye dudak büktü Min Woo. Biraz durdu, sonra umarsızca elini salladı: “Neyse ne… Olan oldu… Bari hayranlarımdan birini sevindirmiş olayım…”

Ji Ah şaşkınlıkla başını çevirip genç çocuğa baktı. Ondan böyle bir söz duymayı beklemiyordu.

Everytime We Touch

Min Woo ise aynı anda ona baktı ve Ji Ah’nın güzel gözleriyle göz göze geldi. Genç adam yine bir anda hafızasında çakan bir flaşla az önceki sahneyi hatırladı: Ji Ah yerde yatıyor, kendisi onun üzerinde, başlarının arasında on santim bile yok…

“Aaaaahhhh, saçmalamaaa!” dedi beyninin içinde bir ses. Min Woo dehşetle başını iki yana sallayıp hayalinde beliriveren o görüntüden kurtulmaya çabaladı: Sonuçta Ji Han bir erkekti, bir ERKEKKK!

Ji Ah’ysa o esnada onun güzel yüzündeki tırnak izlerini ve çizikleri fark etmiş, genç kız üzüntü ve mahcubiyetle dudaklarını ısırmıştı: Ablası resmen vahşi bir kedi gibi tırmalamıştı çocuğu! Genç kız hemen ayaklandı, koşturarak gidip banyo dolabından pamuk ve alkollü su getirdi. Tekrar kendi odasına koşturduğunda Min Woo ayağa kalkmış, üstünü başını düzeltiyordu.

“Bir saniye! Yüzünüzü silelim…”

Böyle deyip Min Woo‘yu yeniden yere oturttu, yavaş ve özenli hareketlerle Min Woo’nun yüzündeki kanamış yerleri silmeye başladı.

Min Woo ise kaskatı kesilmişti. Genç adam gözlerini indirip rahatsızca yutkundu. Ji Ah’nın elleri yüzünde gezinirken yine az önceki sahne aklına gelmiş, genç aktör gerilmişti. Aslında “Gerek yok…” demek istiyordu, ama sözcükler dudaklarına gelmiyordu bir türlü. Beyni durmuş gibiydi.

Çekinerek bakışlarını kaldırdı ve Ji Ah’ya kaçamak bir bakış attı: Genç kızın yüzünde üzüntülü ve şefkatli bir ifade vardı. Belli ki az önce olanlardan dolayı kendisini suçluyordu. Min Woo birden büyülenmiş gibi baktı onun yüzüne. Şoförünün kendisine şefkat duyması nedense fena halde içine dokunmuştu.

Ji Ah da aynı esnada genç yıldızın yüzünü silmeyi bitirdi ve elini indirirken çocukla göz göze geldi.

Min Woo yüzünde çok tuhaf bir ifade ile ona bakıyordu: Ciddi, adeta duygulu bir ifade vardı genç adamın yüzünde. Ji Ah şaşkınlıkla bu yüze baktı. Onu hiç böyle görmemişti.

Aynı anda, kendisi de az önceki sahneyi hatırladı: Yerde yatarken, Min Woo’nun saçlarının kendi yüzüne dokunacak kadar yakın olduğu, onun kokusunu ve nefesini yüzünde hissettiği o an…

Birden, Min Woo da Ji Ah da aynı anda utanarak bakışlarını kaçırdılar! Bu arada Ji Ah telaşla: “Ben ablama yardım edeyim” Min Woo’ysa “Ben giyinsem iyi olur…” diye beceriksizce açıklama yapmaya çabalamıştı. Ji Ah patronuna bakmadan koşturarak odadan çıkarken Min Woo da hemen arkasını döndü. İkisi de fena halde kızarmıştı ve birbirlerinin bu hallerini görmesini istemiyorlardı!

Ji Ah odadan çıkıp kapıyı kapatınca bir an kapıya yaslandı ve derin bir soluk aldı: Genç kız az önceki durumdan dolayı şaşkındı, kendini bir tuhaf hissediyordu.  “N’oluyo yaaa…” diye mırıldandı kendi kendine.

Ve az önce olanları, Min Woo’nun yüzünde ilk defa gördüğü o duygulanmış ifadeyi, kendi yaşadığı şaşkınlığı, her şeyi unutmak ister gibi başını sertçe iki yana salladı, Min Woo’nun kendisini erkek zannettiği konusunda onu uyarmak ve başka potlar kırmasını engellemek için mutfakta pilav ve balık pişiren ablasının yanına koşturdu…

*************************************************

“Bulutların üzerine çıkmam için yüzünüzü görmem bile yetiyor… Böyle karşımda durun, ve hiçbir şey söylemeyin. Sadece, tatlı tatlı bakın bana. O güzel gözlerinizle bakın… Beni dünyanın en mutlu adamı yaptığınızı göreceksiniz…”

Min Woo elindeki teksti indirdi ve derin bir nefes verdi. Gözlerini dalgınca karşısındaki duvara dikti ve mırıldanarak tekrarladı: “Beni dünyanın en mutlu adamı yaptığınızı göreceksiniz…”

Genç adamın üzerinde on beşinci yüzyıla ait bir kıyafet vardı. Saçları postişlerle uzatılmış, eski zaman insanlarının usulünce tepeden topuz yapılarak toplanmıştı. Birazdan, tarihi bir drama olan “Kökler” isimli dizinin ilk bölümü çekilecekti.

Birden odasının kapısı açıldı ve Soo Hyun girdi içeri:

“N’aber koçum? Hazır mısın bakalım? Vayy, şu yakışıklıya bakın, tam bir on beşinci yüzyıl adamı olmuşsun!”

Min Woo hafifçe gülümsedi. “İşimi iyi yaptığımı bilirsin Hyung…”

“Bilmez miyim? Gerçekten çok iyi bir aktör olmasan senle hiç işim olmaz zaten,” diye mırıldandı Soo Hyun. Min Woo hafifçe gülümsemekle yetindi.

Soo Hyun’sa etrafına bakınıyordu:

“Ee, odanda rahat mısın? Bir istediğin var mı? Söyle, yönetmen asistanlarına hemen getirtelim!”

Min Woo odaya umursamaz bir bakış attı ve omuz silkti: “Yoo, istediğim bir şey yok… Sen yönetmene çekime hazır olduğumu söyleyebilirsin.”

“Öyle mi?” Soo Hyun oldukça şaşırmıştı. Min Woo’nun kulisten memnun olması görülmüş şey değildi, genç çocuk bir seferinde kuliste ananas suyu yok diye, diğer bir seferse içerideki beyaz orkideler kendisine alerji yapıyor diye çıngar çıkarmıştı! Soo Hyun şaşkınlıkla, bu çocukta tuhaf bir şeyler var diye düşündü. İki gündür Min Woo hiç olmadığı kadar durgun ve düşünceliydi. Soo Hyun: “Galiba geçen geceyi dışarıda geçirmiş olmak ona yaradı,” diye düşünüp kendi kendine sırıttı. Gerçekten de Min Woo dün sabah eve geldiğinden beri çok uyumluydu, genç adamın burnu sürtülmüş gibi görünüyordu. Geceyi nerde geçirdiğinden, ne zorluklar çektiğinden falansa hiç bahsetmemişti. Soo Hyun onun bu hallerine şaşırsa da durumdan memnun olmadığı söylenemezdi.

Şimdi de sakince ve kaprissizce işini yapmayı düşünüyor olması mucize gibi bir olaydı! Soo  Hyun bu mucizeyi bozmaktan korkarak:

“Hadi o zaman ben çıkayım da sen çalış,” dedi, ve usulca kapıyı çekip çıktı.

Min Woo ise elindeki tekste geri döndü. Son kısmı tekrar okudu: “Bulutların üzerine çıkmam için yüzünüzü görmem bile yetiyor…”

Sonra elindeki kâğıdı indirdi. Dalgınca karşısındaki duvara baktı.

İki gündür içinde tuhaf bir sıkıntı vardı. Sanki bir problem var gibiydi, ama genç adam bunun ne olduğunu bir türlü bulamıyordu. Daha da beteri, sanki bir şeyi gözden kaçırıyor gibiydi. Hem de çok önemli bir şeyi… Ama ne yazık ki bunun ne olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu!

Min Woo sıkıntıyla yüzünü buruşturdu ve aklındaki düşünceleri kovmaya çalışarak teksti okumaya geri döndü.

Aynı anda, çekim platosunun bir köşesinde oturup devam eden hazırlıkları dalgın dalgın seyreden Ji Ah’nın da durumu pek farklı sayılmazdı. Ama Min Woo’nun aksine Ji Ah iç sıkıntısının kaynağını biliyordu: Min Woo ile kendi evinde yaşadıkları o tuhaf sahnelerdi buna sebep…

İki gündür o gece ve ertesi sabah olanlar genç kızın beyninde tekrar tekrar dönüyordu: Min Woo’nun mışıl mışıl uyurken yüzünün aldığı masum haller… Yere düştüklerinde kendi başının hemen üzerinde duran Min Woo’nun şaşkın suratı… Ve nihayet, yüzünü temizlerken onun kendisine duygulanmış bir ifade ile bakması…

Genç kızın içindeki sıkıntı, tüm bunlara hiçbir anlam verememesinden kaynaklanıyordu. Çünkü o güne kadar her şey kesin ve belirliydi; Min Woo onun patronu olan, zengin, şımarık, bencil bir veletti! Ama şimdi… Şimdi onun bambaşka, hiç tanımadığı bir yüzünü görünce Ji Ah’nın tüm ezberleri bozulmuştu.

Üstelik daha fazlası da vardı: Ji Ah, o sabah kahvaltıda ablasının yaptıklarını hatırlayınca utançla suratını buruşturdu. Kızın bir Min Woo’nun içine düşmediği kalmıştı! Genç adam onun hazırladığı kahvaltılıkları ayıp olmasın diye ucundan ucundan yerken Sun Ah onu hayran gözlerle (ve salyaları akarak!) süzüp durmuştu. Hatta bir ara kendine engel olamayıp çocuğun kollarını, göğsünü yoklamış, şaşkınlık ve öfkeden kaşı gözü seğiren Ji Ah’ya dönüp (sanki Min Woo onu duymayacakmış gibi) fısıldamıştı:

“Of bee, taş gibi maşşallah!”

“Unniiiiii!” diye bağırmıştı Ji Ah, ama Sun Ah’nın aldırdığı yoktu; hemen sofradaki balıktan bir parça koparıp Min Woo’nun ağzına tıkıştırmaya koyulmuştu! Zavallı Min Woo’ysa yüzünün buruşmasından anlaşıldığı kadarıyla kızın temiz mi pis mi belli olmayan elleriyle kendisini beslemesinden dolayı son derece rahatsızdı. Ji Ah kahvaltı boyunca: “Şimdi patlayacak… şimdi patlayacak…” diye diken üstünde oturmuştu.

Ama ilginç bir biçimde Min Woo’nun sabırlı gününe denk gelmişlerdi anlaşılan: Min Woo hiç sesini çıkarmadan yemeğin sonuna kadar oturdu. Nihayet ablaya bir gün kendisini sette ziyaret edip fotoğraf çekilme sözü verdikten sonra evden ayrıldılar. Ji Ah çıkmadan önce ablasına sıkı sıkı tembih etmişti: “Bak Unni, Min Woo-şi’nin buraya geldiğini asla, ama asla kimseye söylemeyeceksin! Harasso? Bak eğer tek bir kişiye bile söylersen dedikodu yayılır, sonra da Min Woo beni işten atar, sen de bir daha asla onun yüzünü göremezsin!” Sun Ah gönülsüzce de olsa söz vermişti vermesine, ama Ji Ah onun sözünü tutabileceğinden kuşkuluydu doğrusu. Sıkıntıyla içini çekti…

Eve dönüş yolunda da Min Woo oldukça sessizdi. Yalnız bir ara pat diye:

“Ablana neden noona değil de Unni diyorsun?” diye sormuştu. Ji Ah hafifçe kızarsa da, hemen:

“Küçükten beri öyle derim, öyle alıştım,” diye cevap vermişti. Min Woo bunun üzerine başka bir şey sormadı, Ji Ah da ucuz atlattığını düşünüp derin bir soluk aldı. Bunun dışında konuşmadılar.

Yalnız Min Woo’nun evine geldiklerinde, genç çocuk arabadan inerken arkasına bile bakmadan:

“Bu arada, dün gece için teşekkür ederim,” dedi. “Evin bir Hobbit deliğine benzese de beni misafir ettin sonuçta, sağol…” Sonra da, yine kızın yüzüne bakmadan umursamazca elini salladı: “Sen buralarda ol, bir şeye ihtiyacım olursa seni çağıracağım…” Ve dönüp eve doğru yürümeye başladı…

Ji Ah’ysa o kadar şaşırmıştı ki, “bir şey değil…” demeyi akıl edebildiğinde Min Woo çoktan duyamayacak kadar uzaklaşmıştı bile. Ji Ah şaşkınlıkla arabaya yaslanıp kalmıştı: Neler oluyordu?! Min Woo ona teşekkür etmişti, öyle mi?! Aman Tanrım, dünyanın sonu mu geliyordu, yoksa Min Woo’ya kendi evlerinde yediği bir şey mi dokunmuştu acaba?!

Şimdi de Ji Ah düşünüyor düşünüyor, olanlara bir anlam veremiyordu. Min Woo’nun sessiz ve nerdeyse kibar sayılabilecek bu hallerini görmeye alışık değildi. Genç kızın fena halde kafası karışmıştı ve bu yüzden huzursuzdu.

“Evet, hazır mıyız millet?? Hadi herkes yerine!” diye bağıran yönetmenin sesiyle kendine geldi. Ji Ah merakla kafasını uzatınca içerideki 15. Yy konseptiyle hazırlanmış çekim odasına iki başrol oyuncusu Min Woo ile Yoo In Na’nın girmiş olduğunu gördü. Her ikisi de tarihi kıyafetlerin içinde o kadar hoş görünüyorlardı ki, Ji Ah onlara imrenmeden edemedi.

yoo in na

Bu sırada yönetmen aktörlere son direktiflerini veriyor, hangi repliği hangi ifadeyle söylemelerini istediğini belirtiyordu. Ji Ah bir köşeye sinip merakla içeride çekilmek üzere olan sahneyi izlemeye başladı.

Dizide, Min Woo ve In Na nişanlı olan iki genç âşığı canlandırıyordu: İlk bölümlerde Min Woo’nun canlandırdığı karakter nişanlısına deli gibi âşıktı. Fakat genç adam Çin’le yapılan bir savaşta esir düşüyor, bu arada nişanlısı başkasıyla evleniyordu. Genç adam yurduna dönüp kalbi kırık bir biçimde gerçeği öğrendikten sonra nişanlısının kardeşi, onu tanıdığı sıralarda küçük bir çocuk olan esas kızla aralarında bir aşk doğuyordu, ama genç adam yeni kızın eski nişanlısının kardeşi olduğunu çok sonra öğrenecekti…

Fakat şimdi, henüz dizinin başlarındaydılar ve Min Woo’nun karakterinin nişanlısına aşkını ilan ettiği romantik sahneler çekilecekti. Yönetmen: “Üç, iki, bir… Motor!” deyince ortamdaki herkes sustu, oyuncular oyunlarına başladılar.

Taru – Let’s end it here

Min Woo gerçekten kusursuzdu: Genç adam yüzünde büyük bir aşk ifadesi ve heyecanla odaya girmiş, gergef işleyen nişanlısının önüne kadar gelip orada saygılı bir biçimde diz çökmüştü. Başını kaldırıp genç kızı selamladı. Kız elindeki gergeften başını kaldırıp gülümseyerek ona baktı:

“Bu ziyaretinizi neye borçluyum sevgili Si Yoon-şi?”

“Sadece yüzünüzü görmek istedim,” diye cevapladı Min Woo. Yüzünde gerçekten de âşıklara has bir ifade vardı. Kızsa utanarak başını çevirdi:

“Evlenmeden önce böyle gelip gitmeniz pek hoş karşılanmaz, biliyorsunuz… Şimdi lütfen gidin. Validem ve pederim her an gelebilirler. Hem…” Kız bir an durakladı, sonra mahcup bir tavırla ekledi: “Hem sadece benim yüzümü görmek için iki saat boyunca at üstünde yolculuk etmeye değer miydi?”

“Elbette değerdi!” diye haykırdı Min Woo, “Sizin için her şeye değer!”

Ve yaklaştı, kızın ellerini ellerinin arasına aldı. Titreyen bir ses ve buğulu gözlerle fısıldadı: “Biliyorsunuz ki bulutların üzerine çıkmam için yüzünüzü görmem bile yetip de artıyor… Böyle karşımda durun, ve hiçbir şey söylemeyin. Sadece, tatlı tatlı bakın bana. O güzel gözlerinizle bakın… Beni dünyanın en mutlu adamı yaptığınızı göreceksiniz…”

Yönetmen: “Kestik! Harikaydınız arkadaşlar!!” der demez, Min Woo’nun o aşk dolu yüz ifadesi gitti, yerine sıradan, normal bir ifade geldi. Genç adam kendisine havlu uzatan bir asistana umursamazca “sağol” derken onu az ileriden izleyen Ji Ah hayretler içerisinde kalmıştı.

İlk kez anlıyordu ki, Min Woo gerçekten de büyük bir oyuncuydu.

*************************************************

“Aaa, n’aber Kang Hyuk-a? Ne zamandır görünmüyorsun?”

Market rafından hazır ramen almakta olan Kang Hyuk arkasını dönünce Sun Ah’yla göz göze geldi. Genç adam sıcak bir biçimde gülümsedi:

“Aa, meraba noona… Valla n’olsun, iş-güç işte… Sen nasılsın?”

“İyiyim, hem de çok iyi!” diye cıvıldadı Sun Ah. Gerçekten de dünden beri genç kadın bulutların üzerinde gibiydi: Sonunda Tanrı dualarını kabul etmiş ve ünlülerin dünyasına girmesi için önüne bir fırsat çıkarmıştı. Sun Ah, Min Woo’ya söz verdiği gibi (!) onu sette izlemeye gittiği zaman orada bulunan bir yapımcının ya da rejisörün kendisini keşfedeceğine yüzde yüz emindi!

Onun bu neşesi Kang Hyuk’un da gözünden kaçmamıştı. Genç çocuk Ji Ah’nın ablasının çatlaklıklarına alışıktı ama yine de meraklanmadan edemedi:

“Hayırdır, çok neşelisin? Yoksa büyükbabadan kalma yeni bir eser mi keşfettin?”

Sun Ah hızlı hızlı elini salladı: “Çok daha iyisi! Ünlü oluyorum, ünlüüü!”

Kang Hyuk: “Ha? Nasıl yani?” diye sorunca da sağına soluna bakınıp oğlanın kulağına eğildi: “Nasıl olacak, Ji Ah sayesinde! Yeni bulduğu işi sen de biliyorsun, değil mi?”

Kang Hyuk şaşkınlıkla başını sallayınca da: “Hah, işte Ji Ah’nın yeni patronuyla tanıştım!” diye bağırdı. “Cha Min Woo-şi benimle tanışır tanışmaz bende star ışığı olduğunu gördü! Ve setine davet etti! Belki onun yeni dizisinde bir rol alabilirim! Ayyy, çok mutluyum Kang Hyuk-ah!” O sırada saatine baktı ve bir çığlık attı: “Eyvah! Televizyonda Kang Ji Hwan’ın dizisinin tekrarı başlayacak, geç kaldım! Neyse, ben koşuyorum, hadi sonra görüşürüz Kang Hyuk-ah!”

Sun Ah neşeyle el sallayıp kasaya doğru koştururken Kang Hyuk şaşkınlıktan ağzı bir karış açılmış vaziyette kalakalmıştı:

Sun Ah “Cha Min Woo” demişti, değil mi? Cha Min Woo, yani şu ünlü aktör… Ama, Ji Ah’nın yeni patronu bir holding sahibi değil miydi? Ji Ah bir aktörün yanında mı çalışıyordu?! Ama öyleyse bile… Ji Ah bunu kendisinden neden saklamıştı ki? Neden ona, en yakın arkadaşına doğruyu söylememişti?

Kang Hyuk’un içine bir sıkıntı düştü…

*************************************************

Min Woo’nun çekimi bittiğinde saat gece yarısına yaklaşıyordu. Genç adam fena halde yorulmuştu. Üstelik yarın sabah sekizde yeniden sette olması gerekiyordu.

Ji Ah arabanın arka koltuğunda yorgunluktan sızmak üzere olan patronuna kaçamak bir bakış attı. (Bugün Mustang’i değil, 4 kapılı bir arabayı almışlar, eee Min Woo’da para çok! :P) Zavallı çocuk cidden bitmişti. Ji Ah içinde ona karşı büyük bir şefkat hissetti: Bugün ilk defa aktörlerin işinin ne kadar zor olduğunu anlamıştı.

Sadece o kadar da değil: Ji Ah ilk kez bugün, patronuna gerçekten hayran olmuştu. Min Woo’nun rolü bir elbise gibi üstüne giymesi, o romantik halleri, aşk dolu sözler söylerken dudaklarının titremesi… Min Woo o anda o hisleri gerçekten yaşıyor gibiydi! Ji Ah bir defa daha, bu çocuğu fazla hafife aldığını düşündü: Onu yalnızca bencil, şımarık bir velet olarak görerek galiba hata ediyordu. O kadar sığ bir insan bu duyguları hissedemez, daha da önemlisi, karşısındakine hissettiremezdi.

Ji Ah tüm bunları düşünerek bir kez daha dikiz aynasından patronuna hayranlıkla baktı. Aynı anda Min Woo kapalı gözlerini açmadan:

“Önüne bak, önüne…” diye mırıldandı. “Bana bakacağım derken arabayı bir yerlere çarpacaksın!”

Ji Ah o kadar şaşırdı ki, direksiyon hakimiyetini kaybediyordu nerdeyse! Bir an arabayı sağa sola salladı, neyse ki toparlamayı başardı. Min Woo ise sıkıntıyla gözlerini açmıştı:

“Off, bir uyutmadın Ji Han! Sabah yine erkenden sette olmam gerek, biliyorsun!”

“Ö-özür dilerim efendim!” dedi Ji Ah. Ama genç kız kıpkırmızı kesilmiş, içinden çığlıklar atıyordu: Ona baktığımı nasıl bildi, nasılll???

Min Woo’ysa gözlerini hafifçe aralamış, domates gibi kızarmış kızı görünce hafifçe sırıtmıştı: Ji Han’ın çekimler sırasında kendisini izlediğini biliyordu. Arabaya bindiği andan beri şoförünün kendisine bambaşka bir hayranlıkla baktığı gözünden kaçmamıştı. Genç çocuk parmağıyla ona işaret edip: “Haha! Seni de hayranlarım arasına katacağımı biliyordum! Biliyordum iştee!” diye tepinmemek için kendini zor tutuyordu!

Gülümsemesini bastırmaya çalışırken aldırmaz olmaya çabalayan bir sesle:

“Bugün sette eğlendin mi bari?” diye sordu. “Çekimleri izledin, öyle değil mi?”

“Evet, elbette izledim efendim,” dedi Ji Ah. Ve heyecanla ekledi: “Harikaydınız. Gerçekten!”

Min Woo keyiften dört köşe olmuştu. Ama cool’luğunu bozmadı, önemsiz bir şeymiş gibi: “Eh, sağol,” dedi umursamaz bir tavırla. Ji Ah ise kıpır kıpırdı, genç kız coşkuyla devam etti:

“Aşık bir adamı bu kadar iyi canlandıracağınıza hayatta inanmazdım! O kadar başarılıydınız ki, nerdeyse karşınızdaki kıza gerçekten âşıksınız zannedecektim!”

“Hahah, sen daha hiçbir şey görmedin,” diye keyifle sırıttı Min Woo. “Asıl zor kısımlar bundan sonra başlayacak! Canlandırdığım karakterin yaşayacağı acılarla bir intikam meleğine dönüşmesi, ama sonra yeniden âşık olması çok daha eğlenceli olacak! O sahneleri çekmek için sabırsızlanıyorum.”

“Ben de izlemek için sabırsızlanıyorum!” dedi Ji Ah neşeyle. Ve arka koltuktaki patronuna neşeyle gülümsedi. Onun işini bu kadar severek yapması hoşuna gitmişti.

Min Woo’ysa kızın heyecanını görünce epey keyiflenmişti. Yine de çaktırmak istemedi, önemsiz bir şey söyler gibi bir tavır takınarak:

“Tabii önceki dizilerimi ve filmlerimi mutlaka izlemişsindir,” diye söze başladı. “Ama yeni dizimin çekimleri bitip TV’de gösterilene kadar eskileri tekrar izlemek istersen sana DVD’lerini verebilirim.”

Ji Ah hafifçe kızardı. Aslına bakılırsa Min Woo’nun dizilerini TV’de denk geldiği zamanlar öylesine göz atmak dışında izlediği olmamıştı. Ama bunu söyleyip çocuğun keyfini kaçırmak istemedi, onun yerine: “Çok sevinirim efendim! Ne kadar düşüncelisiniz!” dedi hevesli bir ses tonuyla.

Min Woo’nunsa iyice keyfi yerine gelmişti. Artık gülümsemesini saklayamayarak baktı şoförünün yüzüne. İçinden: “Ah zavallı çocuk, nasıl da sevindi! Bana fena halde hayran zavallıcık!” diye geçiriyordu.

O sırada Min Woo’nun malikanesinin önüne gelmişlerdi. Ji Ah aravayı park etti, sonra hemen koşturup çocuğun kapısını açtı. Min Woo inerken ona hafifçe gülümsedi: “Hadi gel içeri, DVD’lere bakalım…”

Ji Ah neşeyle başını salladı. Sonra yavru köpek gibi çocuğun peşine takıldı. Min Woo ise neşeyle konuşuyordu:

“Söyle bakalım, en çok hangi karakterimi seviyorsun? “Benim Tatlı Aşkım”daki çiçek çocuk Eun Woo karakterini mi? Yoksa “Doktorlar”daki Soon Hwan’ı mı? Aaa, bir de “Casus Sevgilim”deki Ki Joon var, bak hayranlarım onu da çok severler…”

“Eee… Öööö…” Ji Ah dudaklarını ısırdı, bunların hiçbirini doğru dürüst bilmediğini çocuğa söyleyemezdi ki… En sonunda politik bir biçimde: “Hepsinin bendeki yeri ayrıdır efendim,” diye cevap verdi.

“Haa, doğru diyorsun! Bende de öyle, her birini ayrı ayrı severim!” dedi Min Woo neşeyle. “İnsan kendi canlandırdığı bir rolü sevmeden edemiyor, kötü bir karakter olsa bile! Bu biraz da yazarların “bütün yarattığım karakterler çocuklarım gibidir, aralarında ayrım yapamam!” demesine benziyor galiba…”

Ji Ah şaşkınca durdu, ve gülerek başını salladı: “Doğru! Harika tespit! Gerçekten çok haklısınız Min Woo-şi!”

“Öhömm, haklıyım tabii!” Min Woo gururla sırıttı ve kapıyı açmak üzere girişteki kutuya uzandı.

Tam o anda, evin yan tarafından tok bir ses:

“Demek geldin! Ben de seni bekliyordum!” diye gürledi.

Min Woo’nun şifre girmek üzere kaldırdığı eli havada dondu kaldı sanki. Genç adamın ağzından tek bir sözcük döküldü:

“Baba…”

Ji Ah da hayretle başını kaldırdı: Karşılarında, ikisine birden yaklaşmakta olan orta yaşlı, asık yüzlü adama bakakaldı…

-Dördüncü Bölümün Sonu-

Not: 9 Mart’ın doğumgünü olması sebebiyle bu bölüm sevgili tatlı çingumuz Mydestiny‘ye ithaf edilmiştir 😉

Dördüncü Bölüm – “Ji Ah, sen eve erkek mi atıyorsun?!”’ için 30 yanıt

  1. Işık dedi ki:

    Aman Tanrım, genç ve yakışıklı bir yıldız için hayat ne kadar da zor! ❤ ❤ işte heyecan başladı ^^ gözlerimde mutlu bir gülümsemeyle okudum Hikaru'cum. En sevdiğim yerleri saysan tüm metni yeniden yazmam gerekir ^^ Hele o uyurkenkiş
    foto var ya, kalp krizi nedeni.
    Yeni bölüme hemen geçelim lütfenn.

    • @Işık: Ahaha, o repliği ben de çok severek yazdım yaa, tam Min Woo’luk bir laf! 😀 Beğendiğine çok sevindim tatlım, 3le 4 arasında çok ara verdik ama yeni bölüm çabuk gelecek, size söz 😉

  2. Okudum kii:)

    “Koskoca star Cha Min Woo, kendisi gibi sıradan bir ölümlüye bu lafı demiş olamazdı, öyle değil mi??” Ji Ah’nın bu düşüncesi çok iyiydi! Tam Cha Min Woo’luk bir düşünce, yanında kala kala ona benzemiş 😛 😀

    “…banyo öyle ufaktı ki, insan aynı anda duş alıp ayna karşısında dişlerini fırçalarken tuvaletini yapabilirdi.” Buradaki anlatımına bayıldığımı söyleyebilirim:)

    “Bu geceyi ileride anılarımda anlatırken hayranlarım ne kadar sabırlı, adeta bir ermiş gibi olduğumu anlayacaklar, diye düşünüyordu. Bu hülyalar arasında donunu indirip klozetin soğuk taşına pat diye oturunca bir an tiz bir sesle bağırdı: “Ay annecim! Çok soğukk!”

    Hülyalara dalan Min Woo’yu hayata döndüren klozet, büyüksün! 😛 Geçiş harikaydı:)

    Kısa eşofmanlı Min Woo! Ahahahah 😀 Tam kahkahalık bir görüntü!

    “Min Woo sabah neşe içerisinde uyandı: Çok güzel rüyalar görmüş, keyifli bir uyku uyumuştu. Saçma sapan kabusları bu gecelik Min Woo’ya uğramamıştı.” Rahat uykuyla, Ji Ah arasındaki bağlantıyı ne zaman kuracak bakalım 🙂

    Wowww! Bigbang! 😀 Ah Min Woo, kıskanmakta haklısın, ne diyeyim! 😛

    Nihayet aralarında bir çekim oldu. Min Woo bundan sonra rahat uyku, ve düşme anında hissettiklerini bir araya getirip duygu keşfine çıkar heralde, çıktı sayılır bile hatta:)

    Sun Ah’nın, Min Woo’yu duvardan duvara çarptığı sahnede öldüm gülmekten! Hele Min Woo’nun tepkisi: “Ay annecimmm!” 😀 hahah 😀 Kim Sun Ah’yı bu halde hayal ettikçe gülüyorum, çok eğlenceli olmuş yahu 😀

    Çekilen tarihi drama da tam Türk dizisi kıvamındaydı valla 😀 İki kız kardeş bir erkek, umutsuz aşk 😛 Türkiye’de tutar bu dizi, garanti 😛 Yalnız yorgunluktan ölürken bile egoları devrede bu adamın 😀 Seviyoruz seni Min Woo-shi 😛

    Son sahne önemli bir yerde bitti. Min Woo’nun ailesiyle ilgili ilk defa bilgi alacağız. Babası sert bir adam mı yoksa komik matrak bir adam mı merak ettim.. Bölüm benim için bir doğum günü hediyesiydi zaten, çok teşekkür ederim. Çok eğlendim okurken 😀 Ellerine kollarına, hayal gücüne sağlık:)

    • Işık dedi ki:

      Bence baba matrak bir adam çıkacak ve JiAh’ın kız olduğunu anlayacak kekekeke *meraklıbekleyiş*

    • @mydestiny: ovvvv, hemen yorum gelmiş! 😀

      haha, evet ya, ji ah da min woo’nun lafına gelmiş 😀 ama kızcağız başına gelecekleri biliyordu! 😀

      banyonun çok küçük olduğunu vurgulamak istemiştim, beğendiğine sevindim 🙂 min woo’nun hülyalardan gerçek hayata dönmesini sağlayan soğuk klozet kapağı: büyüksün! 😀

      kısa eşofmanlı min woo sana da BOF’un goo jun pyo’sunu anımsatmadı mı? 😉

      ve bigbang! ilk bölümde g-dragon sürpriziyle nomuyeppudaa’yı sevindirdikten sonra bigbang sürprizinin senin doğumgünü özel bölümüne denk gelmesi süper olmuş canım, istesem böyle ayarlayamazdım sanırım 🙂 min woo kıskansın tabii, kendisi nasıl büyük bir yıldız olursa olsun bigbang’in tatlılığı ve canayakınlığı yok bi kere onda 😀

      dediğin gibi sonunda aralarında bir elektriklenme oldu. ama bilmem ki bu durum sürecek mi? 😉 biliyosunuz bizim oğlan biraz saf, ne hissettiğini çözmesi zaman alabilir 😉

      kim sun ah’yı ben de öyle hayal edip edip gülüyorum yaa, ahahaha 😀 😀 acayip yakışır ona cadı rolleri! 😀 hele cılız jaejoong’u o duvardan bu duvara vurması acayip komik olurdu, ahahah 😀

      kdrama türk dizisi gibiydi di mi? ama zaten kore dizilerinde böyle bizim ağlak dizilere yakın bir tat bulmak mümkün, o yüzden kore halkı pek yadırgamayacaktır. reyting garantili dizi 🙂

      evet şimdi bir de baba olayı çıktı, bakalım min woo-şi’nin geçmişiyle ilgili neler öğreneceğiz? 😉 senin de ellerine sağlık canım, yeni bölümde görüşmek üzere! 😉

  3. minekibuu dedi ki:

    Bölümün başlığı süper olmuş 🙂
    “Bu odaların hepsi size mi ait?” Min Woo sen iste o odaların kapısı tek tek açılır sana, nasıl olsa sevilen idol 😛
    Abla için “garip” tanımlamasının yetersiz kalacağını düşünüp, sinsi sinsi gülüyorum 😛
    “Sun Ah ise aynı anda: “Yettim gariiiiii!” diye bağırarak Ji Ah’nın namusunu tehdit eden (!) adamın tepesine çullandı: Onu bir sumo güreşçisi edasıyla kızın üstünden kaldırıp odanın diğer köşesine fırlatırken: “Noliyy lan burdaaaa??? Ji Aaaahhh, sen eve erkek mi atıyorsuuunn??” diye bağırıyordu.” SÜPER BİR TARİFLEME 🙂
    Ji Ah, Min Woo nun yüzünü sildi yaa. Tamam bitti bu iş 😛 derdine yan Kang Hyuk. “gitti kız ühüüü gitti gitii” diye ağlayacaksın 😦
    Min Woo nun, Ji Ah ve Sun Aa ın bağrışmaları sürecindeki unnie-noona ikilemini bu kadar çabuk kabullenmesi ilginç…
    eline sağlık kuzum. çok eğlenceliydi. 5. bölüm de kısa sürede gelecekmiş. o zaman eğlence devam etsin 😛

    • @minekibuu: 😀 sun ah’dan iyi komedi malzemesi çıkacağını hepimiz biliyorduk 😀 😀 ama ji ah min woo’nun yüzünü sildi diye hemen her şey bitmedi yav, ablasının yaptıklarından sonra kızcağız vicdan azabından dolayı yaptı bunu. gerçi aralarında bir elektriklenme oldu bak, orası ayrı… min woo’nun unni-noona karmaşasından ya da sun ah’nın bu kadar tepki vermesinden dolayı bir şey çakmamasını da artık kendisinin saflığına vereceğiz 😛 😀

      sağol canım benim, senin de yorumlayan ellerine sağlık ^^

  4. makinosev dedi ki:

    Evle ilgili yourmlara koptummm 😀 :))))))))))))
    “Bu odaların hepsi size mi ait?”
    “Bu küçücük dolaba!!! oda mı diyordu bunlar?!”
    “banyo öyle ufaktı ki, insan aynı anda duş alıp ayna karşısında dişlerini fırçalarken tuvaletini yapabilirdi. ”
    “Hadi her şeyi geçtim, insan soğuk kış günlerinde poposunu üşütmemek için ısıtmalı bir tuvalet almayı nasıl düşünmez??…Fakirlik!!! de bir yere kadar, cık cık cık…”
    “Odan son derece klostrofobik, biliyorsun değil mi?”

    :)))))))))))))))))))))))))))))))) gül gül öldüm deli oğlana 😀

    “Neyse, ne yapalım, ileride yazacağın anılarını düşün ve sabret Min Woo…” içten pazarlık yapıyor bir de haspam 😀 şimdiden anı kitabı çıkarmayı hedeflemiş yaşlılığı için 😀 😀 😀

    “sanki az önce bir uzay gemisinden ışınlanmış ve burada neler olduğu hakkında hiçbir fikirleri yokmuş gibi gözlerini bile kırpmadan birbirlerine bakıyorlardı!” 😀 puhahhahaaa 😀 canlı canlı ilziedim sanki bu sahneleri 😀

    “Bu adam kim ulaaaan?? Ben sana benden önce evlenmeyeceksin demedim miii???” abla süper yahuuu, kodadı evlilik muhabbetine yarıldım, nasıl yaparsın demiyorda nasıl benden önce yaparsına getirdi işi 😀 😀 😀

    “kökler” ile the originals (vampire diaries)’a atıfta bulundun gibi geldi bir an 😀 dizinin konusuda süpermiş, jisub’ın road number one dizisinde buna benzer biiş vardı, jisub nişanlısından ayrılıp savaşa katılıyordu döndüğünde kız onu öldü sanıp başkasıyla nişanlanıyordu, ama kızın kızkardeşi yeni nişanlıya abayı yakmıştı 😀

    bu jaejoong’a öldüm bittim bu bölümde 😀 sonlara doğru ki şımarıklığı çok tatlıydı 😀

    ellerine kollarına sağlık süper bölümdü 😀

    • @makino: 😀 😀 😀 olayı min woo’nun gözünden görmeye çalışınca o tarifleri bulmak zor olmadı 😀 😀

      “içten pazarlık yapıyor bir de haspam şimdiden anı kitabı çıkarmayı hedeflemiş yaşlılığı için”: eee, tabiii, koskoca (!) süper star min woo o! 😀

      ahahah, tabii kızım, yaş sırası önemli böyle şeylerde! 😀 😀 ablaya hak veriyorum, haha 😀

      yok, vampire diaries izlemiyorum kuzum. kökler’le “tree with deep roots”a falan gönderme yaptım ama o diziyi de izlemedim (SJK faktörüne rağmen:P) sadece ismini çaldım, ne de olsa tarihi dizi 🙂 ji sub’un dizisi de şaşırtıcı bir biçimde burdaki hikayeye benziyomuş :S onu da izlemedim ama..

      bu bölüm herkese JJ’i sevdirme bölümü oldu; bakalım ileride kang hyuk’lu sahnelerde skoru eşitleyebilecek miyiz? 😉 sağol fıstığım yorumun için, özlemişim senin yorumlarını 😀

  5. hhihihiihih 😀 gel bnmde evime misafir olll ellerimle beslerm seni hem bak yer yatağı değil normal yatak var bzde ^^ ayyy kayınbabamda geldi ^^ dipnot: ücretsiz check-up mı yapıyorsun yoksa kzm bana -.- araya koyduğun o resmlern – jj- öldürücü vuruşlrnda orgnlrm nsl yer değiştrip kalbm zıplaşıyor biliyon mu sen -.-

    • @meli: o resimlerin cok daha fecilerinin sende oldugunu biliyorum kuzu, numara yapma simdi 😛 😛 hahah, senin evinde daha rahat edecegi kesindi, ustelik cadi ablayla muhatap olmak zorunda kalmazdi zavallicik 😛

  6. Hahaha çok eğlendim okurken, feci komik ve keyifli bir bölümdü çingu. Ellerine sağlık 🙂
    Ablanın Min Woo’yu duvardan duvara vurması, banyonun, odanın, hatta evin küçüklüğü, elektrklenme olayı, Kang Hyuk’un çine şüphe düşmesi ve sonda babanın gelmesi. Hepsi çok keyifliydi, asıl olaylar şimdi başlıyor diyebiliriz 😀
    Abla böyle uçmaya devam etsin hahahaha 😀

    • @Lee: sagol Lee’cim, senin de yorumlayan ellerine saglik 🙂 aynen dedigin gibi, asil olaylar bundan sonra baslayacak 😉 kim sun ah’yi boyle bir rolde izlemek istiyorum, feci istiyorum hem de! 😀 zaten onu daha bol bol gorucigizz 🙂 sevgiler…

  7. “Bu adam kim ulaaaan?? Ben sana benden önce evlenmeyeceksin demedim miii???” Kendimi gördüm resmen 😀 Bu cümleden sonrasında kardeşimin kahvelerini pişirdiğim an var hafızamda sadece ahahaha (:

    Kim derdi ki Jaejoong için oyunculuğu için övgülü sözler yazılacak 😀 Başka bir isim altında da olsa yazdın ya bunu helal olsun kuzum sana 😀 E artık JJ eşek değil ya seni haklı çıkarmak için bol bol çalışsın 😀

    Büyüksün, adamımsın Sun Ah unni 😀 Bir ara yanyana gelelim paslaşırız senle bu tipleri ahahah (: Gözümde opdaya dalışı falan canlandı cidden o dudağını büzüştüren feci bakışlarla saldıran Kim Sam Sun dan çıkıp gelmiş Kim Sun Ah’ı gördüm resmen 😀

    Baba aslında ilgimi çekmese de ben bebeğim için ağıt yakmaya başladım şimdiden 😦 En güvendiği insanın yalanıyla umulmadık bi anda Laaaaps! diye karşılaştı bakalım bu dert ile divane mi olacak yoksa olayı hemen aydınlatma aşkıyla yanına gittiği Ji Ah’ı bu kibirli bebeyle mi basacak ???

    Olaylar Olaylar…. Ellerine sağlık, çok eğlendim yine 😀

    • @Ohyoonjoo: Ahahaha! 😀 😀 😀 Demek senin kanayan bir yarana parmak bastım! 😀 Ama evet, kardeşim benden önce evlense ben de Sun Ah gibi delirebilirdim, gayet makul yani…

      JJ’in gerçek hayatta oyunculuğunu övemiyoruz, bari hikayede övelim 🙂 Çalışsın tabii, ona o kadar başrol verdik 😛

      Kim Sun Ah’ya o sahneler bence de acayip yakışırdı yaa, Lee’ye de dediğim gibi öyle bir rolde onu görmeyi çok istiyorum 🙂

      Ve son olarak, senin bebek iki bölümdür çok üzülüyor (il woo il woo çok üzülüyorrrr) Ama Kang Hyuk artık pabucun pahalı olduğunu anlayıp aşkının peşine düşecek (ahan da sana spoiler!) 😀

      Sağol kuzum, sıra senin yeni bölümünde 😉

  8. sonunda kahvemi alıp oturdum hikayemin başına, okumam için gündüz evde olmam şart, yoksa konsantre olamıyorum 🙂

    romantik bi hava, bi atmosfer mi sezdim ben bu bölümde 🙂 çook güzeldi ama, diğer bölümlerde de min woo’muz odunsu karakterine geri dönmez umarım, kızın ne çektiğini de gördü, azıcık adam olsun yau 🙂

    ji ah’ın evine gittiği yerlerde gülmekten öldüm, ev için bulmadığı sıfat kalmadı yaa, ne alem çocuk, babadan zengin herhalde hiç fakir evi görmemiş bugüne kadar yazık 🙂 o soğuk klozat kapağıyla birlikte gerçek hayata döndü birazcık, iyi oldu iyi 🙂

    ayrıca bundan sonra favori karakterim sun ah, ne matrak kadın yaa 🙂 evde kalmış kız rolü de gidiyor ona haa, iyi kalkıyor altından 🙂 “benden önce evlenemezsin” dedi beni bitirdi 🙂 bi de sete gitmeye söz vermiş te allam, taş gibi oğlan muhabbeti vardı bi de ayy neresini yazsam bilemedim, valla eline sağlık şahane kısımlardı suh ah’lı yerler 🙂 hala hayal edip edip gülüyorum, kolunu falan sıkıp kardeşine fısıldıyor ahahaha 🙂 yeni bölümlerde de görmek istiyoruz kendisini sayın yazar 🙂

    min woo’nun ji han kendisine hayran oldu diye sevinmesi de çok hoştu, çaktırmıyor ya bi de cool insan 🙂 you are beautiful’daki tae kyung’a benzettim burada onu, herkes beni sevsin bana hayran olsun diyen topstar tripleri işte 🙂 sukkie gerçek hayatta da aynı böyle olduğu için onu hatırlamam da doğal aslında, “antifanlarım da bir gün bana aşık olacak” diyecek kadar mütevazı bi insan 🙂 min woo daha o raddeye gelmedi en azından, benim hala umudum var 🙂

    yoo in na’yı da gördüğüme çok sevindim, ne tatlı bi kız.. ben çok üzdüm onu ama Kore dizilerinde öyle mağduriyetler olmak zorunda ne yapalım, kaderleri bu dimi 🙂 kökler dizisi de ne güzelmiş, internetten açıp indiresim geldi, çok inandırıcıydı valla 🙂

    kang hyuk yoktu bu bölümde 😦 neyse gelecek bölümde olacak diye umut ediyorum ben 🙂

    en sonunda da baba geldi.. hımm.. hiçbi şey canlanmadı şu an gözümde, valla bi tahmin yapamadım, bakalım neler yapacak asık suratlı ajusshi merakla bekliyoruz..

    yine şahane bi bölümdü Hikarucum ellerine sağlık, yeni bölümde görüşürüz 🙂 gerçi sıra Makinodaydı ben bi gidip ona baskı yapayım en iyisi 🙂

    • @masalevi: ohh, hoşgeldin canım 🙂

      romantik atmosferin zamanı artık gelmişti, tam dört bölüm oldu 🙂 ama bunlar henüz ısınma turları, daha iki başrol oyuncumuz da neler olduğunun, hatta aralarındaki şeyin gerçek bir elektriklenme olduğunun tam olarak farkında değiller… min woo’nun öyle hemen düzelmesini beklemeyeceğiz elbette; ama bundan sonra onu daha sıcak (en azından ji ah’ya karşı daha sevecen) göreceğimizi söyleyebilirim.

      min woo’nun ji ah’nın evinde yaşadıklarını çok eğlenerek yazdım, kıh kıh 😀 evet, ünlü yıldızımız babadan zengin, hatta bir chaebol oğlu. bunu da hemen bir sonraki bölümde öğreneceğimiz için şimdiden spoil etmekte bir sakınca görmüyorum 🙂

      kim sun ah’yı herkes bu kadar sevdiğine göre onun sahnelerini artırmak lazım 😀 çocuğu ellediği sahneleri gerçek kim sun ah’dan ilham alarak yazdım valla, rain için “onda öyle kaslar varken benim onu dongsaeng gözüyle görmem imkansız!” demişti hatun yaa, ahahah 😀

      ya yemin ederim min woo’nun o triplerini yazarken aklıma aynen jang geun suk’un o lafları geldi: “bir gün antifanlarım bile bana âşık olacak!” 😀 😀 ah, ben de öyle özgüven istiyorum ama yaaaa! 😀 😀 😀

      yoo in na sadece ufak bir cameo yaptı, kendisini bir daha görmiyciğiz 😛 ama kore dizilerinde mağduriyetler olmak zorunda, sen kendini üzme sevgili yazarım 😉

      çok teşekkür ederim canım, yorumda hiçbir yeri atlamamışsın, dikkatli okurum benim 🙂 evet, şimdi makino’ya baskı yapma zamanıdır! 😀 gerçi yazık o da çok çalışıyo bu aralar yavrucak…

      sevgilerimle ^^

  9. heheytttttt ben geldim 🙂
    bölüm yine olağan üstüydü. beni gülümsettin çingu. ben min woo bu kız unni derken neden çakmıyor yoksa yediği dayaktan beyni mi sulandı falan derken ji ah işin içinden sıyrıldı 🙂
    en çok da min woo nun kızın ona hayran olduğu için böyle davrandığını düşünmesine bayıldım bu sahneler çok eğlenceliydi. tabi min woo nun fakirlikle imtihanı da güzeldi. o kadar min woo dediğime bakma . bunları böyle birbirine yakınlaştırıyor da olabilirsin ama ben diğer adamı destekliyorum onun takımındayım artık ona da güzel sahneler yazsan diyorum 🙂
    ha unutmadan çılgın abla ya da ayrı hasta oldum . ellerine sağlık çingu 🙂

    • @winpohu: hoşgeldinnn! 😀

      eğlendirdiğime sevindim 😀 min woo’nun narsist halleri beni de çok eğlendiriyo yaa, böyle bi karakterle neler yapılmaz?! fakirlikle imtihanı dersen öyle, min woo’muz babadan zengin olunca “klozet taşının soğuk olmasının bünyede yarattığı ızdırab”ı biz faniler gibi algılayamaz elbet! 😀 bu arada sen ne zaman diğer takıma geçtin, aa?! kang hyuk’çular çoğalıyor! o_O

      sağol canım yorumun için ^^

      • ben en baştan beri o takımdaydım çingu 🙂 önceki yorumlarıma baksana 🙂 valla çok eğlenceli bir hikaye ben yine romantik komedi yazmaya başladım hatta giriş bölümünü de yayınladım ama senin gibi komedi kısmı pek yok 🙂 her daim güldürüyorsun beni 🙂

      • @winpohu: doğru diyorsun canım, kang hyuk’un ezikliğine kızıp min woo’cu olan egosantrik’ti 😛 aaa demek yeni bir hikaye geldi! en kısa zamanda okuyup yorumlayacağım. şimdiden ellerine sağlık ^^

  10. harmonyhalmeoni dedi ki:

    Vuhuu! Neler oldu böyle? İki aynı cinsin ,Ji-ah’ın erkek kılığında bir kız olduğunu bilen tek kişi menajer iken, aşkını izleyeceğiz nı ha ha, çok komik şeyler geliyor gibi! Gözlerim fıldır fıldır dönerken ellerimi ovuşturuyorum unni, bakalım neler olacak? İlk adım atıldı, duygular bi değişti, bi farklılaştı, bi acaip oldu. 😀 “Erkekti o, erkek” Bekle sen Min Woo, tabii canım erkektir o erkek. 😀 😛 Gülümsemekten kendimi alamıyorum, neredeyse öpüşüyorlardı bunlar, hala diyor ki erkekmiş vs, azıcık gözünü açsana be arkadaş, sendeki de yuh yani ,git bir göz kontrolüne, dibindeki kızı erkek sanmaya devam edersen tutup kolundan ben götürecem göz doktoruna haberin ola. 😀
    Bu bölüm süperdi süperdi süperdi. Çocuk birden değişti ama aslında çok ani olmadı mı? Yoksa bana mı öyle geldi? Kızın evinde kalınca fabrika ayarları bozuldu çocuğun, bir şeyler var da anlamış değilim. 😀 😀 Ablanın üstüne saldırması, çocuğun çığlıkları filan, öldüm gülmekten, sonra özür dilemeler, ha ha ha!! 😀
    Bir tek Kang Hyuk öğrenince üzüldüm, o öğrenmemeliydi, çok entrika çıkar ondan, ben nasıl gelecek haftaya kadar dayanıcam şimdi? Reva mı bu? Ühüü. TT Neyse, o da öğrendiğine göre “aşk masalı” başlayacak gibi?? Sanırım??
    Bu arada bahsettiğin dizi-filmlerden hiçbirini izlemedim, gerçek hayatta var mı o diziler? Ve daha önemlisi, JaeJoong mu oynuyor? Ben JaeJoong’un sadece şarkıcı kişiliğini biliyorum da, sanırım bilmediğim çok şeyden biri de oyunculuğu, mu acaba? Bu bölümün yorumunu kısa (!) tutmuşum gene, ben kaçayım yavaştan. 😛 Baba olayını da merak ettim açıkçası, yarın erken kalkmak zorunda olmasam onu da okurdum, ama ne yapayım o da cumaya artık. Görüşürüz. Öpücükler. (Bu arada isim yardımı için sağol, çok yardımı oldu, süpersin unnim. ^__^)

    • @harmony: evet canım, koreliler bayılırlar kendi cinsel tercihini sorgulayan esas erkek hikayelerine, ben de bir tane yazdım sonunda! 😀 😀 min woo safı hâlâ güzelim kızı erkek sanıyor ya, şartlanmanın böylesi… onun dışında herkes farkında üstelik! 😀 😀

      bölümlerimiz biraz kısaldı farkındaysan, o yüzden sanırım işler biraz hızlı ilerledi… daha doğrusu min woo’nun değişimi biraz fazla hızlı oldu gibi görünüyor… ama henüz çok da değişmedi, bunu sonraki bölümlerde anlayacaksın 😉 sadece biraz şokta şu anda 😛

      kang hyuk öğrendi ama bir sonraki bölümde göreceğin gibi bu bambaşka şeylere yol açacak 😉 bir de zavallıcık olaylara çok fransız kalıyordu; bu sayede belki kendine bir çeki düzen verir diye umuyoruz 😀

      bahsettiğim dizilerin hepsi uydurma canım, yok öyle bir şey.. ama JJ’in birkaç dizisi/filmi var; protect the boss efsane bir dizidir mesela, onu mutlaka izlemelisin.

      5’e geçemedin diye üzülme; bu hafta iyice çalışıp haftaya iki bölüm birden okursun 😉 ayrıca senin hikayeni de çok merak ediyorum, şimdiden çooook kolay gelsin diyeyim. eğer böyle bir şeye izin varsa yazdktan sonra bana gönderebilirsin, seve seve okuyup yorum yaparım. öptüm tatlım, iyi çalışmalar ^^

  11. Deli ders programımdan başımı kaldırıp şu hikayeye başlayabildiğim için ne kadar mutlu olduğumu anlatamam. Sen daha 1.kadın oyuncuyu seçerken gözüme kestirmiştim ama fırsat bulup da okuyamamıştım. Başlayınca zaten kaptırdım gitti. Yorumlamaya 4.bölümden itibaren başlamam biraz garip olmuş olsa da ne yapayım durduramadım kendimi 😀

    Min Woo ne şapşal şey öyle ya. Tibiyorum hikayelerde şu kendine güvenen burnu havada erkeklere. Özellikle de bi kız onların havasını indirebiliyorsa 😀 Tam da Min Woo kendini ne zaman Ji Ah’ya gönlünü kaptıracak diyordum ben de 😀 okurken şekilde şekle girdim resmen 😀 Ama yine de Min Woo’nun kör oluşuna bitiyorum. Hadi kız olduğunu yüzünden anlamadın (ki öyle bi güzellik anlaşılmaz mı hemen ya) vücut ölçüleri, sesi, davranışları da mı hiç şüphelendirmiyor onu 😀 –bu saydıklarım arasında okurken ablasına unni diyişi de vardı ama ona açıklık getirmişsin :D- nasıl? Böyle şapşal olur bi insan ya 😀

    Ama şunu söylemeliyim Min Woo’yu sevdiğimin yarısı kadar Kang Hyuk’a sempati beslemiyorum çünkü 😀 denedim başlarda ama olmayınca ben de fazla zorlamadım ileriki bölümlerde karşıma ne hallerde çıkacak çok merak ediyorum 😀

    Min Woo’nun canlandırdığı karakterlerden birini Ki Joon demişsin aklıma direkt joong ki geldi ve bi sırıttım senin de en sevdiklerin arasındaydı dimi o 😀

    Şuan koştura koştura diğer bölümleri okumak istiyorum 😀

    • @seyma: ooo, hoşgeldin şeymacım 🙂 deli ders programı arasında dinlenme fırsatı bulabildiğine sevindim 🙂 istediğin yerde durup yorumlayabilirsin, tamamen sana kalmış 😉

      min woo tam bir şapşal di mi? 😀 onun o şapşallıklarına ben de bitiyorum yaa, en çok eğlendiğim karakterlerden biri oldu 😀 gerçekten nasıl anlamaz, orası muamma: hyo rim’in ona “idiyot!” dediği kadar var! 😀 😀

      kang hyuk’u sevmedin demek, hımm… belki ileriki bölümlerde fikrin değişir 😉

      hehheh, ki joon ismini sallarken bilinçaltımda joong ki’yi düşünmüş olabilirim 🙂 🙂 evet o en sevdiklerim arasında, hatta direk ilan ediyorum en sevdiğim koreli 🙂 dokunanı yakarım, cısss! 😀

      yorumlayan ellerin dert görmesin; dersten sıkıldıkça beklerim 😉

  12. Banyonun küçüklüğünü tarif edişine koptum. Yalnız o uyurken izlemeler neydi, noluyoruz Ji Ah şi. Kendine gel. Kang’ı düşün tepemin tasını attırma:D
    Min Woo’nun en sinirli hali bile iki hayranlık gösterisiyle gevşiyor ya, bayılıyorum. Adamı duvardan duvara vurdular, iki el pençe divan durmaya affediverdi.
    Derken bizimkiler arasında bir elektriklenmeler, bişeyler. Yalnız anlamadığım Min Woo Sun Ah’nın konuşmalarından kıllanmadı mı? Eve erkek mi attın, benden önce evlenme tarzı şeyler söyleyince anlar sanmıştım. Gerçi ordan oraya savrulurken fark etmemesi de yüksek ihtimal.
    Min Woo yavaştan şirinleşiyor, bakalım Kang’a sadakatimi koruyabilecek miyim?
    Baba başımıza neler açacak merakla bekliyorum.
    Eline sağlık.

    • @kimbap: eee artık yavaş yavaş ekşına girelim dedim bacım 🙂 kang’ı geçmiş 29 yılda bol bol düşünmüştür zaten, ajalsdkjsdjdskj 😀

      ahah, min woo’nun hayranları onun yumuşak karnı. hiç dayanamaz, hemen yelkenleri suya indirir 🙂

      min woo daha neleri neleri anlamayacak, görsen ağlarsın… evet burda o harala-gürelede sun ah’nın laflarını duyamadığını varsaydık, ama zaten IQ’su da biraz düşük sevgili yıldızımızın. biz onu öyle kabullendik 🙂

      teşekkür ederim yorumun için ^^

hikaruivy için bir cevap yazın Cevabı iptal et