18. Bölüm

“I may not have gone where I intended to go, but I think I have ended up where I needed to be.”

(“Gitmeyi planladığım yere gidememiş olabilirim; ama sanırım olmam gereken yere geldim…”)

Douglas Adams – Bir Otostopçunun Galaksi Rehberi

Joseph Arthur – Honey and Moon

Moon Jee motosikleti deli gibi sürüyordu: Ayça’nın nikahına yetişip onu durdurmak zorundaydı!

Genç adam bir yandan da olanlara inanamıyordu: Ayça… evleniyor! Bu nasıl olurdu?! Ayça Türkiye’ye dönmemiş miydi? Şimdi bu evlilik haberi de nerden çıkmıştı?? Yoksa her şey, Ayça’nın aşkı, kendisine yazdığı veda mektubunda söyledikleri, hepsi, hepsi yalan mıydı? Böyle bir şey olabilir miydi?!

Moon Jee öfke ve endişeyle dişlerini sıktı: Hayır, yalan değildi. O duygular, o yaşananlar yalan olamazdı! İşin içinde mutlaka ama mutlaka bilmediği bir şeyler vardı!

Genç adam nikah salonuna bu duygular içinde ulaştı. Motosikleti bir kenara çekti, başındaki kaskı fırlatır gibi bıraktı ve deli gibi koşturmaya başladı!

Danışmaya geldiğinde soluk soluğaydı:

“Kang San Young ve Ayça Güneş’in nikahı…” dedi derin nefesler arasında, “Kaçıncı katta acaba?”

“Beşinci kat. Ama önce davetiye- Heeey!”

Moon Jee adamın sözünü bitirmesini bile beklemeden merdivenlere koşturmuştu. Basamakları atlayarak çıkmaya başladı. Nefessiz kalmaktan yüzü kıpkırmızı olmuştu. Ama şimdi duramazdı. Dinlenecek zaman değildi şimdi!

Genç adam beşinci kata ulaşınca deli gibi odadan odaya koşturmaya başladı: Ayça, sevgili Ayça’sı, bu kapıların birinin ardındaydı!

Gerçekten de, açtığı ilk iki boş salondan sonra kapısını duvara yapıştırdığı üçüncü salondaki manzarayı görünce hayretle durakladı:

Yalan değildi. Rüya değildi.

Ayça… gerçekten de, beyaz bir gelinlik içinde, San Young’un yanında duruyordu!

Aynı anda içeridekiler de kapıyı büyük bir gürültüyle duvara çarpan kişiyi görmek üzere şaşkın bakışlarını o yöne çevirdiler. Ayça birden ağzından çıkan ufak bir çığlığa engel olamadı:

“Moon Jee!”

Moon Jee kapıda durmuş, derin derin soluyordu. Kaşları çatılmıştı; yüzünde öfke, şaşkınlık, hayalkırıklığı karışımı bir ifade vardı. Ayça’yla göz göze geldiler. Ayça şok içinde ona bakakalmıştı. Ama hemen sonra utanarak bakışlarını kaçırdı genç kız: Bu durumu Moon Jee’ye nasıl açıklayacağını gerçekten bilemiyordu!

San Young’unsa ağzı açık kalmıştı: Şaşkın şaşkın bir Moon Jee’ye, bir Ayça’ya baktı. Han Seul gelmiş olsa neyse, ama bu çocuk?! Ne alaka?!

Moon Jee ise birkaç saniye hiçbir şey söylemeden öylece durdu. Salondakiler hâlâ merakla onu süzüyor, böyle bodoslama salona girmesi konusunda bir açıklama bekliyorlardı. En sonunda nikah memuru hafifçe öksürdü:

“Öhöm… Sanırım misafirlerimizden birisi geç kalmış… Genç adam, lütfen yerinizi alın ve nikah merasimine devam ed-“

Fakat birden çok tuhaf bir şey oldu: Moon Jee içeridekilerin şaşkın bakışları arasında koşar adımlarla geldi, nikah memurunun sözünü bitirmesine bile fırsat vermeden gelinin eline yapıştı ve onu sürükler gibi çeke çeke götürmeye başladı!

Salondakilerden hayret dolu bir uğultu yükseldi: Adam resmen nikahı basıp gelini kaçırıyordu!

“Beyefendi, ne yapıyorsunuz??” diye davetlilerden birisi müdahale edecek oldu. Moon Jee sert bir biçimde itti onu. Bu sırada yüzündeki öfke dolu ifade hiç değişmemişti. Çenesi kasılı, kaşları çatılı, elinden sıkı sıkı tuttuğu Ayça’yı hızlı adımlarla yürümeye zorluyordu.

San Young ise ilk andaki şaşkınlığı üzerinden attıktan sonra koşarak gelmiş, ikisine yetişmişti. Ayça’yı engellemek için diğer koluna da o yapıştı! Bir yandan da: “Heey! Manyak mısın lan, ne yapıyorsun?!” diye öfkeyle bağırıyordu Moon Jee’ye.

Moon Jee hiçbir şey demedi. Ama aniden durdu, sert bir hareketle arkasını döndü. Gözlerini kısıp kendisinden bir açıklama bekleyen şaşkın San Young’a şöyle bir baktı.

Sonra, Yaradan’a sığınıp bütün gücüyle San Young’un suratının ortasına okkalı bir yumruk geçirdi!

Ortalık birden karıştı! Davetliler çığlık çığlığa bağırışırken San Young hemen kenardaki sandalyelerde oturan birkaç kişinin üzerine devrilmişti! Moon Jee bu karışıklıktan faydalanıp Ayça’yı bir defa daha elinden tuttu, genç kızı hızla koşturmaya başladı.

Ayça’nınsa gelişmelerden dili tutulmuştu: Genç kız gülse mi ağlasa mı bilemiyordu: Mucizeler gerçekten de vardı! Genç kızın ne yapacağını bilemediği bir anda Moon Jee hızır gibi yetişmişti! Ayça şu anda konuşamayacak kadar şaşkın, konuşamayacak kadar mutluydu.

İki genç merdivenlerden uçar gibi indiler. Moon Jee kızı binanın dışına çıkarıp motosikletin arkasına oturttuğu, başına yedek kaskı geçirdiği anda birdenbire nerden çıktığı belli olmayan bir sürü magazin muhabiri çevrelerini sardı. Her biri: “Moon Jee-sshi, genç bayanın adı ne?” “Gerçekten de evleniyor muydu?” “Bir açıklama yapmayacak mısınız??” diye bağırışırken Moon Jee onları hiç duymuyor gibi motosikletin başına geçmiş, gazı köklemişti bile. Motor homurdanarak ileri atılırken muhabirler geride kalmamak için arabalarına koşturdular.

Az sonra motosiklet otobanda ilerlerken Ayça hâlâ şaşkın vaziyetteydi: Bütün bu olanlar resmen rüya gibiydi! Genç kız daha on dakika önce hayatının en büyük korkusunu yaşamaktaydı: San Young kendisini oyuna getirmiş, muhtemelen anne ve babasının karşısında nikahtan dönemeyeceğini düşünüp bu tuzağı hazırlamıştı! Fakat sonra Moon Jee nerden duyduysa duymuş, gelip kendisini kurtarmıştı işte! Ama… Moon Jee’nin tam da şu anda konseri yok muydu?! Nasıl olmuş da gelmişti?! Ayça rüya görüp görmediğini anlamak istercesine gözlerini sıkı sıkı yumdu ve bir daha açtı. Hayır, rüya değildi: Şu anda saatte yüz yirmi kilometre hızla giden bir motosikletin arkasında oturup beline sarıldığı çocuk gerçekten de Moon Jee’ydi!

Böyle nerdeyse bir saate yakın gittiler. Moon Jee bir yerde otobandan çıkıp tali bir yola sapmış, bir süre de bu yönde gitmişlerdi. Bu sırada peşlerinde hiçbir paparazzi kalmamıştı; Moon Jee’nin otomobiller arasında ustaca manevralar yaparak ilerleyen motorunu gazetecilerin otomobilleriyle takip etmelerinin imkanı yoktu. En sonunda tali yol, köy yolu gibi dar, toprak bir yola dönüştüğü zaman yolda kendilerinden başka araç kalmamıştı.

Birden motosiklet yavaşladı ve durdu. Ayça başını yasladığı Moon Jee’nin sırtından kaldırıp çevresine baktı. Issız bir yerde, okyanus kenarındaydılar. Etrafta hiçbir ev görünmüyordu. Güneş batmak üzereydi. Gökyüzü tatlı bir kırmızıya boyanmıştı.

FT Island – One Person

Moon Jee sert bir hareketle motordan inmiş, sahile doğru yürümüştü. Genç kıza hiç bakmamıştı bile. Şimdi tam deniz kenarında duruyordu, dalgalar ayaklarına kadar ulaşıyordu. Arkası dönüktü. Ayça biraz da çekinerek indi, yavaş adımlarla Moon Jee’nin olduğu yere kadar yürüdü. Onun birkaç adım arkasında durdu.

“Moon Jee…” diye mırıldandı.

Moon Jee birden arkasını döndü. Ayça’ya baktığında güzel yüzü acı ve hayalkırıklığı doluydu. Ayça’nın kalbine kırık cam parçaları battı sanki: Moon Jee’yi deliler gibi özlemişti! Şu anda tek isteği, biricik sevgilisinin kollarına atılmaktı! Ama o kendisine böyle hayalkırıklığı ile bakarken… kalbi acıyla yanıyor, genç kız nefes alamıyordu: Onu böyle görmeye dayanamıyordu!

“Bunu neden yaptın?” diye fısıldadı genç adam.

Ayça’nın dudakları titremeye başlamıştı. Büyük bir suçluluk hissiyle:

“San Young beni oyuna getirdi!” diye mırıldandı. “Yoksa onunla evlenmeyi aklımın ucundan bile geçirmedim! Yemin ederim!”

Moon Jee birden öfke dolu bir kahkaha attı: “Aklının ucundan bile geçirmemiş! Ayça, gelinlik giymiş, nikah memurunun karşısında duruyordun! Gelinliği de zorla mı giydirdi Tanrı aşkına?!”

Böyle deyip öfkeyle dalgalara tekme attı! Ayça ise gözyaşlarını zor tutuyordu. Heyecanla:

“Sana yemin ederim ben onunla asla, asla evlenmeyecektim!” diye haykırdı. “Bak, ben gerçekten de Türkiye’ye dönüyordum, biletimi bile almıştım, yemin ederim! Ama bunu haber vermek için annemleri aradığım zaman onların beni evlendirmek için buraya gelmek üzere olduğunu öğrendim!”

Moon Jee şaşkınca durakladı: “Ne?”

Ayça derin bir nefes aldı ve bir çırpıda her şeyi açıkladı: Babasının hastalığından, San Young’a gidip kendisine yardım etmesini rica ettiği zaman onun nişanlılık oyununu şart koşmasından bahsetti.

“Mecbur kaldım…” diye mırıldandı. “Babama bir şey olsaydı hayatım boyunca kendimi suçlardım Moon Jee! Sorun şu ki, aileme hiçbir şey anlatmamıştım; onlar beni hâlâ San Young’la birlikteyim zannediyorlardı… Ve böyle saçma sapan bir şeyin içinde buldum kendimi işte…”

Ayça utanarak başını eğdi. Sonra gözlerinde yaşlarla mırıldandı:

“Çok utanıyorum… Bu saçmalıktan dolayı gerçekten çok utanıyorum. Daha önce cesaretimi toplayıp aileme her şeyi anlatmalıydım… İşlerin bu raddeye gelmesine kesinlikle izin vermemeliydim!” Sonra durakladı, sesi kırıldı. “Ama… olmadı işte… Yapamadım…”

Birkaç damla gözyaşı yanaklarına doğru süzüldü. Genç kız utanarak başını çevirdi. Gözyaşı silahına başvurup Moon Jee’ye kendisini acındırmak istemiyordu.

Ama Moon Jee onun yüzündeki utanç dolu ifadeyi görmüştü. Genç adamın yüreği anında yumuşayıverdi: İşin içinde başka bir iş olduğunu biliyordu zaten. Ayça’nın doğru söylediğinden hiçbir şüphesi yoktu.

Yavaşça birkaç adım attı, Ayça’nın tam önünde durdu. Hafif bir sesle:

“Tamam…” diye mırıldandı. “Hepsine tamam… Fakat…”

Durdu, kaşları çatıldı. Ayça merakla başını kaldırıp onun yüzüne baktı. Moon Jee’nin alnı endişe ve üzüntüyle kırışmıştı:

“Fakat ben gelmesem… oyun bile olsa, o adamla evlenecek miydin Ayça?!”

Ayça birden heyecanla bağırmaya başladı:

“Tabi ki hayır! Olur mu öyle şey?! Evlilik çocuk oyuncağı mı Allahaşkına?! O sırada deliler gibi kafayı çalıştırıp bu işten nasıl kaçacağımı planlıyordum!”

Sonra durdu, muzipçe sırıttı: “Hatta sen salona girmeden önceki son anlarda aklıma fenalaşma taklidi yapmak gelmişti! Eğer içeri birkaç saniye daha geç girseydin kendine doktor süsü verip beni öyle kaçırabilirdin!”

Moon Jee’nin gergin yüz ifadesi birden gevşedi, genç adam gülmeye başladı. Onun güldüğünü gören Ayça da güldü ve şakacı bir tavırla ekledi: “Ama bu pek de pratik olmazdı: O zaman beni elimden tutup çeke çeke götürmek yerine kucağında taşımak zorunda kalırdın ki, bu kadar yükü uzun süre taşıyamayacağını ikimiz de biliyoruz!”

“Doğru söze ne denir, seni taa altı ay önce sırtımda taşıdığım günden beri belim hâlâ düzelmedi!” diye sırıttı Moon Jee ve kafasına şaplağı yedi! Ayça yarı şaka yarı kızgın bağırmaya başlamıştı bile: “Zevzek! İnsan kibarlık edip “hiç de bile aşkım, sen tüy kadar hafifsin” falan der!”

“Ben seni hiç kandırmadım, sana her zaman gerçekleri söyledim hayatım,” diye sırıttı Moon Jee. Sonra genç kıza doğru bir adım daha attı ve birdenbire, hop diye Ayça’yı kucaklayıverdi! Kızı kucağında döndürürken: “Sana hep gerçekleri söyledim,” diye bağırdı, “Şimdi de öyle yapacağım! Ayça Güneş, sana çok kızgınım! Beni öylece bırakıp gidiverdiğin, benim her şeyi düzelteceğime güvenmediğin için çok kızgınım! O dallama herifle her ne sebeple olursa olsun nişanlılık oyununa giriştiğin için çok kızgınım!”

Sonra kızı kucağından indirdi, kollarını onun belinde dolaştırıp sıkıca kenetledi. Ayça’nın gözlerinin içine baktı.

“Ama… seni öyle çok seviyorum ki, bütün kızgınlığım uçup gidiveriyor… Sana sarılmak, yalnızca sıkıca sarılmak istiyorum!”

Ayça’nın gözleri dolmuştu. Genç kız gözyaşları arasında mutlulukla gülümsedi. Ve genç adamı kendisine doğru çekip sıkı, sımsıkı sarıldı. Başını onun boynuna gömdü.

“Özür dilerim…” diye mırıldandı. “Bütün yaptıklarım için, seni üzdüğüm için özür dilerim… Aptalca davrandım… Defalarca pişman oldum, defalarca her şeyi bırakıp sana koşmak istedim! Ama senin üzülmemen için, senin kariyerini engellemekten korktuğum için yapamadım Moon Jee!”

Moon Jee yüzünü onun saçlarına gömmüş, hüzünle karışık bir mutluluk içinde dinliyordu genç kızı. Hafif bir gülümsemeyle mırıldandı:

“Aptal… Kariyer falan umrumda mıydı sanki?”

Ayça birden kendini geriye attı, merak ve kaygıyla onun yüzüne baktı: “İyi ama senin bugün konserin yok muydu? Sen nikah salonuna nasıl geldin?!”

Moon Jee kaygısızca sırıttı: “Konseri beğenmedim, yarısında çıktım!”

Ayça’nın surat ifadesini (o_O) görünce birden gülmeye başladı genç adam: “Ahaha, şaka yaptım şaka! Evet, konseri yarıda bıraktım, ama korkma, hayranlarımdan izin aldım! Hatta bugünkü olaydan sonra Su Hyun’un da ilişkimize laf edemeyeceğine eminim! Sonuçta senle birlikte olabilmem için bana hayranlarım izin verdi, di mi ama?!” Böyle deyip göz kırptı. Ayça sevimlice güldü. Moon Jee’nin anlattıklarından hiçbir şey anlamamıştı, ama genç adamın sesindeki kaygısız tona bakılırsa sorun yok gibi görünüyordu.

O sırada Moon Jee elini uzatıp Ayça’nın alnına düşen perçemi yüzünden çekti. Sonra da şefkatle, kollarındaki genç kıza baktı.

“Seni öyle çok özlemişim ki…” diye mırıldandı.

Ayça’nın gözleri yeniden dolmaya başlarken genç kız mutlulukla gülümsedi: “Ben de… Ben de! Seni o kadar çok özledim ki, kalbim parçalanacak sandım!”

“O zaman bana söz ver,” diye mırıldandı Moon Jee. “Bundan sonra ne olursa olsun, asla yanımdan  ayrılmayacaksın…”

Ayça onun siyah, pırıl pırıl gözlerine baktı ve sevgiyle gülümseyip başını salladı: “Tamam… Söz!”

Moon Jee’nin yüzüne güneş doğdu sanki. Bütün kaygıları, öfkeleri, üzüntüleri içinden atarcasına derin bir nefes verdi. Ve genç kızı kendine doğru çekip ona sıkıca sarıldı.

“Seni çok… çok seviyorum…” diye mırıldandı.

Ayça da mutlulukla gülümsedi. “Ben de… Ben de seni çok… ama çok… ama çok seviyorum…”

Ve biricik aşkını kendine doğru çekip bir daha asla kopmak istemez gibi ona sıkı, sımsıkı sarıldı…

Sixpence none the richer – Kiss me

“Sobaya odun attın mı?” diye mırıldandı yaşlı kadın, elindeki mısır koçanından yaptığı purodan bir nefes çekerken. Yanındaki kocası cevap yerine bir homurdanmayla karşılık verdi. Yaşlı kadınsa: “Ama öyle deme, geceleri artık iyice serin oluyor…” diye başını salladı bilgiç bilgiç.

Birden gözü, az ileride yolun başında görünen, hareket eden bir karaltıya takıldı. Kadın, gözlerini kısıp bunun ne olduğunu seçmeye çalıştı. Sonra şaşkınlıkla durdu: Eğer kataraktlı yaşlı gözleri kendisini yanıltmıyorsa, bu bir motosikletti, ve… üzerinde bir gelinle damat vardı!

“Yobo, benim gördüğümü sen de görüyor musun?!”

“Homur homur!” diye bir ses geldi yanındaki adamdan.

İki yaşlı insanın şaşkın gözleri önünde motosiklet kendilerine yaklaştı, yaklaştı, ve tam önlerinde durdu. Üzerinde gerçekten de bir gelin ve bir damat vardı! Gelinin makyajı akmış, saçı-başı dağılmış, gelinliğinin eteği çamurlanmıştı; damatsa… hımm, damadın kıyafeti bir damada göre biraz tuhaftı aslında: Beyaz, deri bir ceket ve beyaz, dar bir pantolon giymişti; ceketinin yakalarında parlak işlemeler ve boynunda metal aksesuarlar vardı. Yaşlı adam ve kadın, damadın gelinden daha süslü göründüğünü düşünmeden edemediler.

Aynı anda motoru kullanan genç adam kafasındaki kaskı çıkarıp onlara neşeli bir selam verdi:

“İyi akşamlar halmoni (büyükanne), haraboci (büyükbaba)! Bu yakınlarda bir otel, pansiyon falan bulabileceğimiz bir yer biliyor musunuz acaba?”

Yaşlı kadın kendini toparlamıştı; yüzüne neşeli bir gülümseme yayılırken:

“Buralarda otel neyin olmaz evladım,” diye cevap verdi, “En yakın otel için Inje’ye gideceksiniz! Ama orası da yarım saat sürer… Siz boşverin, akşamın bu saatinde yola çıkmayın şimdi. Ben size şuracıkta bir yatak hazırlarım!”

Ayça ve Moon Jee şaşkınlıkla birbirlerine baktılar. Ayça hemen mahcupça itiraz etti:

“Ay yok yok, zahmet etmeyin, biz Inje’ye doğru gideriz, değil mi Moon Jee?”

“Ne zahmeti, siz Tanrı misafirisiniz, biz misafir çok severiz, değil mi Il Woo?” deyip kocasını dürttü yaşlı kadın. Yaşlı adam başını sallayıp homurdanınca yaşlı kadın neşeyle güldü: “Bakın amcanız da kalsınlar diyor… Hem daha az önce gopchang gui pişirmiştim, şöyle sıcak sıcak birer tabak yersiniz, değil mi?”

Moon Jee’nin yemek lafını duyunca gözleri ışıldadı! Genç adam neşeyle: “Valla ben bu teklife hayır diyemeyeceğim!” diye sırıttı ve Ayça’ya döndü: “Ne dersin hayatım?”

Ayça da sevimli bir gülümsemeyle başını salladı: “Sen nasıl istersen…”

“Hah şöyle!” dedi yaşlı kadın ve sevecen bir yakınlıkla Ayça’nın omzuna pat pat vurdu: “Gel kızım bana yardım et, sofrayı hazırlayalım!”

Aynı anda nerdeyse tüm ülke Mostly Harmless’ın konserinde olan olayla çalkalanıyordu: Tüm televizyon kanalları ana haber bültenlerinde bu ilginç olayı konu etmiş, spikerler yüzlerinde büyük bir gülümsemeyle “aşk insana neler yaptırıyor sayın seyirciler…” diye sunmuşlardı haberi. Su Hyun olayı ilk duyduğunda hiddetten nerdeyse kalp krizi geçirecekti; ama o sırada Joon Hwa onun koluna yapışıp  telefonunu açmış, internetteki yorumları göstermişti: Twitter, facebook, hepsinde Mostly Harmless en çok konuşulan konu olmuştu ve gelen yorumların çoğu “ah, bu ne büyük aşk!” diye eriyen hayran kızlara, “Kız kimmiş? Kız kimmiş?” diye araştıran meraklı melahatlara ve “Ohaaa, olayın manyaklığına bak!” diyen macera tutkunlarına aitti. Arada tek tük olumsuz şeyler yazanlar da vardı, ama bunlar genellikle “Tüm bunlar kesin oyundur! Albümü daha çok sattırmak için reklam yapmaya çalışıyorlar!” diyen aşırı paranoyak komplo teorisyenlerinden geliyordu ve grubun hayranları böylelerine cevabı yapıştırıyordu: “Kapayın çenenizi! Onların böyle promosyon malzemelerine ihtiyacı yok ki! Oppalarımızın albümü zaten en çok satanlarda bir numara!”

Bu sırada Moon Jee’nin nerde olduğu da merak konusuydu: Genç adam Ayça’yı motosikletin arkasına attıktan sonra en son Gangneung’a giden otobanda görülmüş; ama sonra izini kaybettirmişti. Onun Wonju sapağından çıktığını iddia edenler de vardı; “hayır, ben o motosikleti Pyeongchang’da  gördüm” diyenler de.

Han Seul ve Hae In konser salonundan çıkmış, artık akşamın inmiş olduğu Seul caddelerinde yürüyorlardı. Han Seul önünden geçtikleri bir beyaz eşya dükkanının önünde durakladı: Vitrindeki tüm televizyonlarda aynı görüntüler vardı: Moon Jee’nin gelinlikli Ayça’yı motosikletin arkasına oturtması ve çevresindeki paparazzilerin hiçbirine cevap vermeden motoru hareket ettirip hızla uzaklaşması… Han Seul’ün yüzüne neşeli bir gülümseme yayılırken yanındaki kıza döndü:

“Artık endişelenmeye gerek yok: Bizimki zamanında yetişip olaya müdahale etmiş gibi görünüyor!”

Hae In de sevimlice güldü ve başını salladı. Ama hemen sonra bir an durgunlaştı genç kız, ve merakla karşısındaki genç adamın yüzüne baktı: “Peki sen… iyi misin?”

Han Seul gerçek bir şaşkınlıkla baktı ona: “Neden iyi olmayacakmışım?” Hae In bakışlarını kaçırdı, utanarak alnını kaşıdı: “Şey… Yani… Moon Jee’yle aranızın neden bozulduğunu düşününce…” Genç kızın sesi giderek hafifledi, son kelimeleri duyulmaz oldu.

Han Seul ise onu yüzünde hafif buruk bir gülümsemeyle süzüyordu:

“Ben gayet iyiyim,” dedi kendinden emin bir sesle. “Olması gereken oldu: İki yarım ay, ancak birbirini tamamlar… Bunu çok daha önceden fark etmem gerekirdi…”

Johnny cash – You’re my Sunshine

Sonra elini cebine attı. Hae In merakla ne yapıyor diye bakarken cebinden bir zincir çıkardı. Zinciri boşlukta sallandırınca ucundaki kolye ucu parlayıverdi. Hae In nefesini tuttu: Bu, kendi güneş kolyesiydi!

Genç kız hayretten nefesi kesilmiş bir biçimde başını kaldırdı, Han Seul’le göz göze geldi. Genç adam, sımsıcak gülümsüyordu:

“Daha önceden fark etmem gerekirdi,” diye tekrarladı, “Ay’ın peşinde boşa vakit harcadım… Oysa tam da yanıbaşımda bir güneş vardı… Dostluğuyla yüreğimi, güzelliğiyle gözlerimi ısıtan bir güneş… Bunu daha önce anlayamadığım için çok aptalım, değil mi?!” Genç adam ufak bir kahkaha attı, şakacı bir sesle ekledi: “Ama bunu zaten biliyorduk: Ailenin zeki çocuğu Moon Jee, aptalı da benim!”

Hae In hafifçe güldü. Ama genç kızın gözleri dolmuştu, öyle heyecanlıydı ki, ne diyeceğini bilemeden bakıyordu karşısındaki genç adama. Han Seul de güldü, sonra utanarak kaşlarının arasını kaşıdı:

“Ben… ben böyle şeyleri konuşmakta biraz beceriksizimdir aslında,” dedi sevimlice. “Ama şimdi senden özür dilemek istiyorum Hae In: Ne istediğini bile bilmeyen bu aptal adamı bağışlayabilecek misin?”

Ve beklenti dolu gözlerini bütün sevimliliği ile genç kızın gözlerine dikti.

Hae In’in dudakları titriyordu. Genç kız kalbinin atışını kulağında hissedebiliyordu. Gözlerindeki yaşlar birbiri ardına dökülürken zavallı Hae In sadece başını sallayabildi: “Evet…”

Bunun üzerine Han Seul’ün yüzündeki gülümseme iyice genişledi, tüm yüzünü kaplayıverdi. Genç adam “o halde bunu sahibine iade etme zamanı geldi!” diye bağırdı ve genç kızın arkasına geçip kolyeyi boynuna taktı, klipsi ensesinde kilitledi. Sonra da onun yüzünü kendisine doğru çevirdi. Sevgiyle baktı bu güzel kızın yüzüne:

“Teşekkür ederim,” diye mırıldandı. “Bu aptal adamı bağışladığın için sana binlerce kez teşekkür ederim!” Ve uzanıp Hae In’in elini tuttu. Bu eli dudaklarına götürüp ufak bir öpücük kondurdu. Bu sırada gözlerini genç kızın gözlerinden hiç ayırmamıştı: “Eğer izin verirsen bu aptal adam bundan böyle senin yanında olmak istiyor. Ve sana söz veriyor, seni bir daha hiç üzmeyecek…”

Hae In gözyaşları arasında gülmeye başladı ve başını salladı: “Onu göreceğiz…”

“Meydan okumanızı kabul ediyorum sayın bayan, size kendimi kanıtlayacağım!” diye bağırdı Han Seul ve genç kıza muzipçe baktı: “Ne dersin, bu anlaşmamızı bir Okinawa lokantasında su kabağı yiyerek kutlayalım mı?”

Hae In bir kahkaha attı: “Böyle devam edersek yakında içimizde kabak ağacı çıkacak!” Ama hemen sonra gülerek başını salladı: “Olsun, senle olduktan sonra ne yersek yiyelim ben razıyım!”

“Heyytt! O zaman birer porsiyon lezzetli mi lezzetli kabak yemeği bizi bekliyooor!” diye neşeyle bağırdı Han Seul ve elinden tuttuğu genç kızı gülerek koşturmaya başladı.

Aynı anda Moon Jee ve Ayça yaşlı çiftin yer sofrasında oturmuş, kocaman birer porsiyon gopchang gui’yi mideye indirmekle meşguldüler! Moon Jee ağzı dolu dolu konuşuyordu:

“Halmoni, bu ne lezzetli bişiymiş! Ellerine sağlık! Bizim hanıma da bunu pişirmeyi öğretsene!”

“Öğretirim tabii, neden olmasın?” diye neşeyle güldü yaşlı kadın. Sonra genç kızı bir defa daha üzüntüyle süzdü: “Yavrum sen o gelinliğin içinde rahat mısın? Bak benim entarilerden vereyim diyorum sana…”

“Hiç gerek yok efendim, çok teşekkür ederim,” dedi Ayça mahcupça. Genç kız bu tuhaf durumdan dolayı geldiklerinden beri ezilip büzülüyordu; yanına tek parça eşyasını bile almamış olan kaçak bir gelindi resmen! Neyse ki bu yaşlı insanlar kendilerini hiç de yadırgamamışlardı.

Yemekten sonra Moon Jee göbeğini ovuşturarak arkaya doğru yığıldı: “Vuhaaa… Amma yedim bee…”

“Afiyet olsun,” dedi yaşlı kadın sevecen bir biçimde. Kocası ise yine homurdandı. Yaşlı kadın gençlere döndü: “Il Woo amcanız da afiyet olsun diyor…” Ayça ve Moon Jee sırıttılar: Yaşlı adamın dilinden elli yıllık hayat arkadaşı gibi anlamaları mümkün değildi tabii…

Moon Jee neşeyle: “Eee haraboci, buralarda hayat nasıl geçiyor?” diye yaşlı adamın cevaplarından hiçbir şey anlamadan dinleyeceği bir muhabbete dalarken Ayça da “afedersiniz, telefonunuzu kullanabilir miyim?” diye sormuş, içeri odadaki ev telefonunun başına geçmişti. Genç kız ezberindeki numarayı tuşladı.

“Alo, abla?”

“AYÇAAAA??!!! Nerdesin sen?! Seni kaçıran o çocuk kimdi bee?!”

“Ablacığım yarın gelince sana her şeyi en baştan anlatacağım, söz,” dedi Ayça çabuk çabuk. “Ama şunu söyleyeyim: O çocuğun adı Moon Jee. Ve kendisi benim sevgilim!”

Telefonun diğer ucunda Aylin derin bir nefes koyverdi: “Fiyuvvvv! Kızım manyak mısın, neden bana daha önce anlatmadın?! Ben de az kalsın San Young’la ikinizi evlendiriyordum!”

“Hahah, merak etme, o iş o kadar kolay olmazdı,” diye sırıttı Ayça. Hemen sonra yüzü yine endişeyle gölgelendi: “O değil de… annemle babam nasıllar? Bu olay onlar için büyük bir şok olmuş olmalı! Sağlıkları yerinde, öyle değil mi?”

“Gayet yerinde, korkma sen,” diye güldü Aylin. “Hatta babam senin San Young’la evlenmediğini görünce çok mutlu oldu, koskoca adam zil takıp oynayacaktı nerdeyse! “O deri kıyafetli oğlanı bulursam alnından öpücem, bizim kızı bu hayta herifin elinden kurtardı!” deyip duruyor!”

Ayça elinde olmadan kıkırdadı: Babası San Young’u oldum olası sevememişti zaten…

“Ama asıl San Young perişan oldu Ayça: Çocuğu resmen nikah masasında bırakıp başkasıyla kaçtın yav! Bari arayıp bir özür dileseydin…”

Ayça derin bir nefes aldı. San Young’a gerçekten de haksızlık etmişti. Ama onun da kendisine tuzak kurduğu düşünülürse, aslında alacak-verecek kalmadığı söylenebilirdi…

“Ablacığım, San Young’a özürlerimi ilet,” dedi sonra. “Hatta ona şöyle söyle: Ayça başkasına âşık olduğu için değil, ama senin prenses şerefine verilen kokteylde başbakana rezil olmana sebep olduğu için özür diliyor! Ama aynı zamanda bütün yaptıkların için de seni affediyor: Artık ödeştik, ikimiz de birbirimize borçlu değiliz. Bunları ona iletir misin lütfen?”

“Dur, dur bir dakika!” dedi ablası telefonun diğer ucundan, “Kafam karıştı: Ne prensesi, ne kokteyli?”

“Sen aynen böyle söyle, o anlar,” dedi Ayça sırıtarak. “Hadi ablacığım, öptüm seni, yarın görüşürüz!”

Böyle deyip telefonu kapattı ve evin sofasına döndü. Aynı esnada ev sahipleri büyükanne de içerideki bir başka odadan çıkmıştı. Yaşlı kadın kapıda durup neşeyle iki gence seslendi:

“Odanızı hazırladım yavrum. İstediğiniz zaman geçebilirsiniz. Siz şimdi yorgunsunuzdur; geçin dinlenin…” Sonra yalancıktan esnemeye başladı: “Biz de Il Woo amcanızla erkenden yatıyoruz zaten. Hem ikimizin uykusu da o kadar ağırdır ki, top atsanız uyanmayız. Siz keyfinize bakın!”

Ayça bu sözlerin altındaki ima ile kıpkırmızı olurken Moon Jee neşeyle sırıttı ve ayağa kalkıp yaşlı kadına sarıldı: “Çok teşekkür ederiz halmoni! Bu misafirperverliğinizi asla unutmayacağız! Biz de sizi Seul’e bekleriz…”

“Aman canım ne yaptım ki, deli çocuk…” diye elini sinek kovar gibi salladı yaşlı kadın, ama bu genç oğlanın sıcakkanlılığı çok hoşuna gitmişti, yüzündeki keyifli gülümsemeyi saklayamıyordu.

Böylece iki genç kendi odalarına geçtiler. Onlar kapıyı kapar kapamaz yaşlı adam gene bir şeyler homurdandı. Yaşlı kadın da alçak sesle:

“Evet evet,” diye onayladı onu, “Bence de kaçmış gelmiş bunlar… Yazık, yavrum, iyi aile çocuklarına da benziyorlar… Kim bilir saadetlerine kimler engel olmaya çalıştı?”

Sonra başını iki yana sallayıp cık cıkladı, ve yerdeki sofrayı toplamaya başladı.

Ayça ve Moon Jee ise odaya girdiklerinde Moon Jee esneyerek: “Çok yoruldum ben yaa…” demiş ve odanın ortasına doğru ilerlemişti. Genç adam birden şaşkınlıkla durdu: Yerde tek bir yatak vardı.

Moon Jee bir an duraksadı, sonra şaşkın gözlerle Ayça’ya baktı. Ayça ise onunla göz göze gelince bir domates kadar kızararak başını çevirdi. Moon Jee hafifçe gülümsedi. Sonra yatağa oturdu, eliyle yanındaki boşluğu patpatladı:

“Gel bakalım sevgili gelinim… Gel de sana şöyle bir sarılayım. Korkma kız, sadece sarılacam, valla bak!”

Ayça utangaçça kıkırdadı ve mırıldandı: “Zevzek şey!” Moon Jee bir kahkaha attı: “İnanmazsın ama, senin bu “zevzek”lerini bile özlemişim!”

Böylece Ayça da yerdeki yatağa, onun yanına oturdu. Fakat yanındaki genç adama bakmaktan hâlâ utanıyordu. Bir yandan da kendi kendine düşünüyordu: Daha önce bu utangaçlığı yenmemiş miydi ya? Niye şimdi yine böyle bir tuhaf olmuştu? Genç kız “insanlar senin sevişeceğini düşündüğü zaman bu işi yapmak cidden çok tuhafmış,” diye geçirdi içinden. Bir de bütün akrabaların, eşin dostun senin birazdan sevişmeni beklediği gerdek gecesi denilen olay vardı ki, Ayça bunun ne kadar saçma olduğunu düşünmeden edemedi!

“Ayça…” diye mırıldandı Moon Jee yanıbaşından.

Richard Marx – can’t help falling in love

Ayça başını kaldırdı ve kendisine sevgiyle bakan Moon Jee ile göz göze geldi. Genç adamın siyah, pırıl pırıl gözlerinde aşk ve özlem dolu bir ifade vardı. Güzel dudakları yine tatlı bir kıvrımla kıvrılmıştı. Ayça, başka kimsenin kendi yüzüne böyle sevgiyle bakmadığını düşündü.

“Seni öyle çok özledim ki… bütün gece yüzünü izleyebilirim…” diye mırıldandı Moon Jee, bakışlarını ondan hiç ayırmadan.

Ayça hafifçe gülümsedi. Üzerindeki utangaçlığı yavaş yavaş atıyordu. Şimdi o da, bu genç adamı ne kadar çok özlediğini bir kez daha fark ediyordu. Elini kaldırıp yavaşça onun yanağına dokundu. Başparmağı ile elmacık kemiklerinin üzerini okşadı. Moon Jee gözlerini ondan hiç ayırmadan elini kaldırdı, onun kendi yüzündeki elini tuttu ve dudaklarına götürdü. Diğer eliyle de kızın öbür elini yakaladı. Şimdi el ele oturup birbirlerinin yüzüne bakıyorlardı.

“Seni çok seviyorum,” diye fısıldadı Moon Jee.

“Ben de seni çok seviyorum,” diye fısıldayarak cevap verdi Ayça da. Kalp atışları hızlanmaya başlamıştı.

Bir süre daha birbirlerinin gözlerinin içine baktılar. Sonra Moon Jee, yavaşça öne doğru eğildi. Genç adamın gözleri usulca kapanırken dudakları Ayça’nın dudaklarına yaklaştı. Ayça da gözlerini kapattı. Moon Jee’nin yumuşak dudaklarını dudaklarının üstünde hissedince bir an titredi.

Bu duyguyu ne çok özlemişti!…

Moon Jee de öyle. Genç adam, Ayça’nın şeftali tadındaki dudaklarını hafifçe ezerek öperken kalbi yerinden fırlayacak gibi atıyordu. Onu ne çok, ne çok özlemişti! İçinde volkanlar patlamaya başlamıştı, Moon Jee sevgilisini öpmeye doyamıyordu. Bu güzel kokulu güzel kızın dudaklarını, yanaklarını, çenesini bütün sevgisiyle öpmeye başladı. Sonra dudakları onun beyaz boynuna indi, elleri ise kızın saçlarında, ensesinde dolaşıyordu. Ayça da ellerini onun boynunda kilitlemiş, sevgilisinin öpüşlerine eşlik ediyor, bazen de sadece o kendi boynunu öperken gözlerini hazla kapatıyordu. İkisinin de nefesleri hızlanmıştı, birbirlerinin hızlı hızlı soluduğunu ve hızlanan kalp atışlarını duydukça daha da heyecanlanıyorlardı. Moon Jee birden kızı kendine doğru çekti. Hafifçe kulağına fısıldadı:

“Sabaha kadar yüzüne bakarım demiştim ama… onun yerine sabaha kadar seni öpmeyi tercih edeceğim galiba…”

Ayça hafifçe güldü. Sonra o da dudaklarını genç adamın kulağına yaklaştırdı ve baştan çıkarıcı bir sesle:

“Buna bir itirazım yok,” diye fısıldadı. “Hatta… daha fazlasını da yapabilirsin…”

Bunun üzerine Moon Jee bir an geriye çekilip ona baktı. Sonra utangaçça güldü. Ayça da aynı anda yüzünü ateş bastığını hissedip utanarak başını çevirdi. Ama kıkırdamasına engel olamamıştı.

“Tamam o zaman, bunu siz istediniz bayan!” diye sırıttı Moon Jee ve genç kızı belinden yakaladı! Ayça neşe ve utanma karışımı ufak bir çığlık atıp gülmeye başlarken Moon Jee bir yandan genç kızın boynunu öpücüklere boğuyor, bir yandan da: “Merak etme tatlı şey, asla pişman olmayacaksın!” diye gülüyordu. Genç kızı tutkuyla bir defa daha ensesinden öptü, sonra yavaşça gelinliğin fermuarını indirdi…

Jang Geun Suk – Fly me to the moon

Bir süre sonra, yatakta yan yana yatıyorlardı. Üzerlerine çektikleri yorganın altında ikisi de çıplaktı. Ayça’nın yüzü hâlâ pespembeydi, gözlerinde neşe ve utangaçlık karışımı pırıltılar vardı. Moon Jee ise onun hemen yanıbaşında suratında kocaman bir sırıtmayla uzanıyordu. Genç adamın saçlarının dibinde ter damlacıkları vardı, hâlâ derin derin solumaya devam ediyordu, ama gözlerindeki afacan ışıklar her zamankinden de canlı ve parlaktı. Yan gözle yanında uzanan kıza baktı. Ayça başını çevirince onunla göz göze geldi. Genç kız birden kıpkırmızı oldu ve yorganı başına kadar çekti:

“Yaa! Bakma banaaa, utanıyorum!”

“Niye utanıyorsun, ne var bunda?” diye sırıttı Moon Jee, “Birbirini çok seven iki insanın yapacağı en doğal şeyi yaptık: Birbirimizi daha da çok sevdik!”

Ayça yorganı gözlerine kadar çekip “yaaaa…” diye miyavladı, yorgana sarılıp arkasını döndü. Moon Jee ise afacan bir kahkaha atıp onun sırtına sarıldı: “Senin bu utangaçlığını ne yapacağız bilmem ki? Hadi amaaa, bana doğru dön, beni bu güzellikten mahrum etme bakayım!”

Ayça yarı nazlanarak, yarı gülerek ona doğru döndüğünde de: “Hah şöyle!” diye sırıttı. Sonra hafifçe yerinde doğruldu, dirseğini yastığa koydu ve başını eline yaslayıp karşısındaki kıza sevgiyle bakmaya başladı:

“Çok güzelsin, biliyor musun?”

Gerçekten de yastığın üzerine dağılmış dalgalı kumral saçları, hafifçe pembeleşmiş yanakları, masmavi gözleri ve yorgandan görünen beyaz, çıplak omuzlarıyla Ayça çok ama çok güzel görünüyordu. Genç kız biraz daha pembeleşirken yüzündeki gülümsemeyi gizleyemedi.

“Ayrıca vücudun da çok güzel…” diye ekledi Moon Jee ve muzipçe sırıttı: “Sakın kilo verme hayatım, tamam mı? Böyle çok güzel…”

Ayça’nın gözleri irileşirken genç kız öfkeyle yanındaki genç adamın kolunu tutup çekti, onu tekrar yatağa düşürdü: “Yaaa! Çok uyuzsun amaaa!” Ve şakayla karışık onun saçını çekip kafasını yumruklamaya başladı. Moon Jee ise bir yandan kendini onun darbelerinden korumaya çalışıyor, bir yandan da: “Ne var yaa, kötü bir şey mi dedim?” diye gülüyordu. En sonunda dayanamadı, genç kızı kollarının altından yakaladığı gibi gıdıklamaya başladı! Ayça ise bir yandan kahkahalar atıyor, bir yandan da: “Yapma, n’olur yapma! Teyzeyle amca uyanacaklar!” diye ona yalvarıyordu!

En sonunda gülmekten yorgun düşmüş bir halde durup yüz yüze uzandılar. İkisi de nefes nefese kalmıştı, ama yüzlerinde kocaman birer gülümseme vardı.

“Çinliler’in bir lafı vardır,” dedi Ayça sırıtarak. “’Bedenime sahip olabilirsin ama ruhuma asla!’ derler. Hiç duymuş muydun?”

Moon Jee şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı: “Yoo, ilk defa duyuyorum… Allah Allah, ben bütün Çin atasözlerini bilirim halbuki… Çin atasözü olduğuna emin misin?” Sonra bir an durdu, kıkırdayan kıza şakacıktan bir alınganlıkla baktı: “Hem bi dakka yaa: Ne yani, sen şimdi bana böyle mi diyorsun?!”

Ayça gülmesini bastırmaya çalışarak başını iki yana salladı: “Hayır… Ben sana: “bedenim de, ruhum da yalnızca sana ait…” diyorum,” ve göz kırptı: “Oldu mu?”

Moon Jee’nin yanaklarına kocaman bir gülümseme yayılırken genç adam yataktaki kıza sıkıca sarıldı: “Olmaz olur mu?! Hem de süper oldu bence! Aferin sana!”

Ve onu bir defa daha büyük bir sevgiyle öptü…

Park Shin Hye – Lovely Day

Dışarıda pırıl pırıl bir bahar güneşi… Bu güzel günde, Seul’ün bahçeli evlerle dolu bu güzel mahallesinin sokaklarında yansıyan gün ışığından daha parlak bir şey varsa, o da Ayça’nın maviş gözleriydi heralde…

Genç kadın elleri kolları poşetlerle dolu bir biçimde mahallenin ünlü cafe’sinin kapısından girerken gözleri hemen cam kenarındaki masaya takıldı ve kendi kendine gülümsedi: Aklına, Seul’e daha ilk geldiği hafta bu cafede Moon Jee’yle karşılaşıp birlikte kahvaltı yaptıkları gün gelmişti.

“Sana bu kurabiyeye süt konmadan yapılacak demedim mi Cheol Su? Bunun tarifinde süt yok oğlum, neden dediklerimi hiç dinlemiyorsun??”

Ayça’nın düşünceleri yarı kızgın yarı şefkatli bu sesle bölündü ve genç kadın kendi kendine sırıttı: Anlaşılan sevgili mükemmeliyetçi arkadaşı gene zavallı yardımcısını fırçalıyordu…

“Çocuğa kızma Mischa, eminim sütle de sütsüz de o kurabiyeler enfes olmuştur,” dedi Ayça tezgaha yaklaşırken ve Cheol Su’ya göz kırptı: “Di mi?”

Cheol Su mahçupça sırıtıp sessizce “sağol noona,” diye dudaklarını oynattı; ve patronunun dikkatinin dağılmasından memnun, hemen ortadan toz oldu. Mischa ise öfkesini bir yana bırakıp derin bir nefes vermiş, yakınırcasına Ayça’ya dönmüştü:

“Bu oğlanla ne yapacağım bilmiyorum! Tam dördüncü defadır kurabiyeleri yanlış pişiriyor!” Sonra elini salladı, gülümsedi: “Neyse neyse, sen nasılsın tatlım? Büyük güne hazır mısın bakalım??”

“Gördüğün gibi hazırlanmaya çalışıyorum,” dedi Ayça ve elindeki paketleri işaret etti. “Klinikten izin aldım bugün, alışveriş yaptım, şimdi eve geçeceğim…”

“Pastayı şimdi ister misin?” dedi Mischa ama sonra arkadaşının elindeki paketlere bakıp güldü: “Yok, ben en iyisi sonra eve yollatayım…”

“Evet canım, öyle yapalım, ben de senden bunu rica etmek için uğramıştım zaten…” dedi Ayça, ve muzip bir gülüşle ekledi: “Bir de geç kalmamanı tembih etmek için: Biliyorsun, Beh Zhao da geliyor…”

Mischa birden gülmeye başladı: “Alemsin Ayça! Kızım, senden çöpçatanlık yapmanı isteyen mi oldu??”

“Ben anlamam valla, en geç saat 3’te bizde olacaksın!” diye sırıttı Ayça. Sonra gülerek el salladı: “Hadi ben kaçtım, daha çok işim var. Baaay!”

“Güle güle!” Ayça cafenin kapısına gelmişti ki birden durdu, içeri doğru bağırdı:

“En güzel elbiseni giymeyi ihmal etmeee!”

“Bak yaaa!” diye yarı şaka yarı kızgın tezgahtaki kepçeyi kapıp elinde salladı Mischa. Ayça bir kahkaha attı, sonra son bir kez daha el sallayıp koşturarak dükkandan çıktı.

Yolda yürürken hâlâ neşeyle gülümsüyordu: Mischa aradan geçen dört buçuk yılda en yakın arkadaşlarından biri olup çıkmıştı. Ayça genç kadının Rusya’ya dönmekten vazgeçip hayallerindeki cafe açma işine girmesinden dolayı çok mutluydu. Üstelik tam da o günlerde bu cafenin sahipleri cafeyi devretmeye karar vermiş; Ayça da Mischa’nın burayı satın almasını sağlamıştı. Cafenin açıldığı ilk günlerde Mischa’ya hep beraber yardım ettikleri, birlikte duvarları boyayıp mobilya seçtikleri günleri hatırladıkça yüzüne sevimli bir gülümseme yerleşti: Emekleri boşa gitmemiş; mahallenin en güzel cafe’si “Güneşli Günler Cafe” ismiyle bir kez daha açılıp eskisinden de popüler olmuştu.

Ayça kendi sokağına sapan köşeyi döndü ve uzaktan görünen evine bakıp sevgiyle gülümsedi. Sonra, hiç acele etmeden evine doğru yürüdü.

Bahçe kapısını açıp eve doğru ilerlerken içeriden gelen sesleri duymaya başlamıştı. “Ama Mira, böyle yaparsan olmaz ki! Bak anne gelmeden hazırlanmamız lâzım!”

“Yujumu istiyoyum ben…”

“Ama olmaz ki, küçük kızlar ruj sürmez… Mira, ne diyorum??”

Ayça gülmesine engel olamadı: Mira yine bakıcısını çıldırtıyordu!

Elindeki poşetleri mutfağın girişine bırakıp hemen verandaya ilerlerdi. Evet, yanılmamıştı: Yaramaz ufaklığı önde, bakıcısı arkada, bahçede koşturup duruyorlardı.

“Mira!”

Mira merakla sesin geldiği yöne dönünce verandadan bahçeye inmiş, kollarını ona açmış annesini gördü ve neşeyle bağırdı:

“Anneeee!”

mira - aleyna yılmaz

Küçük kız koşarak geldi, annesinin kollarına atıldı. Ayça zeytin gözlü minik kızını sevgiyle bağrına bastı. Ama sonra ufaklığı kendinden azıcık uzaklaştırıp yarı şaka yarı kızgın:

“Sen Se Ri Unni’yi yine mi üzüyordun bakayım?” dedi küçük kıza. Mira’nın sevimli yüzünde yaramazlık yaparken yakalandığı anlarda beliren suçluluk ifadesi belirdi, minik kız suçlu suçlu:

“Ama ben yuj istiyoyum!” deyince Ayça kaşlarını çattı: “Mira! Bunu daha önce konuşmamış mıydık? Hani büyüyünceye kadar ruj sürmeyecektin??”

Mira suçlu suçlu dudak bükünce Ayça dayanamadı; kaşları hâlâ çatık olduğu halde gülmeye başladı. Mira onun yumuşadığını anlamıştı, şımararak: “Noluyyy! Anne noluyyyy!” diye yalvarmaya başlamıştı bile. Ayça derin derin içini çekti ve Se Ri’ye baktı:

“Meyveli dudak besleyicilerden biraz sürelim bari Se Ri… Yoksa bu kız bizi rahat bırakmayacak…”

Se Ri başını sallayıp Mira’nın elinden tuttu, onu “hadi bakalım, karpuzlu mu istersin çilekli mi?” diyerek içeri götürürken Ayça arkalarından seslendi: “Ama sürdükten sonra dudaklarını yalamayacaksın Mira, anladın mı beni? Meyve istiyorsan ben sana meyve suyu sıkarım şimdi…”

Ayça mutfağa doğru ilerlerken hâlâ küçük kızına gülüyordu: Bu afacanla başa çıkması mümkün değildi! Hatta onunla başa çıkabilen bir tek kişi vardı şu dünyada…

Ayça bunu düşünüp yarı yolda durakladı, sonra mutfağa gitmekten vazgeçip salonda telefonun durduğu köşeye doğru yöneldi. Telefon sehpasının üzerinde duran resme bakıp sevgiyle gülümsedi: Fotoğraf karesinde anne, baba ve minik kız neşeyle gülüyorlardı. Geçen yaz Türkiye’de tatildelerken çekilmiş bir resimdi bu. Mira ikisinin tam ortasında duruyor, ikisinin de saçlarından bir tutamını ellerine dolamış bir şekilde afacan afacan kameraya bakıyordu.

Ayça telefonu eline aldı, hızlı kullanılanlarda ilk numarayı tuşladı. Telefon çalarken gözlerini duvardaki çerçeveler üzerinde gezdirdi: Kore’nin en iyi çıkış yapan grubu ödülü. Kore’nin en iyi rock grubu ödülü, tam iki kere. En iyi albüm ödülü. Mostly Harmless grubunun kapağını süslediği Times Weekly Magazine dergisinin kapağı. Moon Jee’nin tek başına poz verdiği High Cut ve Ceci dergileri kapakları.

Ve en sonunda Mira’yla birlikte üçünün birden poz verdikleri yaşam dergisi kapağı vardı ki, aynı derginin bir sayısı da özel arşivlerindeydi: Dört buçuk sene içinde röportaj vermeme kuralını bir defalığına bozmuş ve ailece Kore halkının karşısına çıkıp onlara mütevazı yaşamlarını anlatmışlardı. Derginin o sayısı yok satmıştı; hatta birkaç baskı daha yapılmıştı: Herkes oppa’larının Türk asıllı güzel karısını ve minik kızlarını fena halde merak ediyordu. Daha sonra da defalarca röportaj talepleri gelmişti ama Moon Jee kesin bir dille hepsini reddetmişti: Aile hayatını ve huzurlu yaşamlarını korumak genç adamın öncelik sırasında bir numaradaydı çünkü.

Ayça gülümseyerek bunları düşünürken telefon açıldı ve karşıdan neşeli bir ses yükseldi: “Alo?”

“Alo? N’aber canım? Eve kaçta geleceksin?”

“Birazdan stüdyodan çıkıyorum hayatım,” dedi Moon Jee’nin neşeli sesi, “Yarım saat, bilemedin bir saate kadar evde olurum.”

“Jae Hwa’dan haber var mı? Partiye gelebilecek miymiş?”

“Ah, maalesef hayır… Şirketin Hong Kong’daki ortaklarıyla önemli bir toplantıya katılması gerekiyormuş… Bana mail atıp özür dilemiş, sana da sevgilerini iletiyor. Seul’e dönünce sen, ben, o ve eşi, bir akşam hep beraber dışarı çıkar, kutlarız diyor…”

“Ah, pekala…” dedi Ayça. Jae Hwa’nın gelemeyecek olmasına biraz üzülmüştü ama kızcağız sonuçta koskoca şirketin genel müdür yardımcısıydı; işlerini ayarlaması kolay şey değildi… Bu sırada Moon Jee: “Eve gelirken almamı istediğin bir şey var mı?” dedi telefonun öbür ucundan.

“Hayır, sen gel yeter,” dedi Ayça ve gülerek ekledi: “Hatta bir an önce gel: Ben bu ufaklıkla başa çıkamıyorum! Yine ruj süreceğim diye tutturdu!”

“Yapma yav? Bak sen kerataya!” diye güldü Moon Jee ve muzip muzip içini çekti: “Ahh ahh… Bu inatçılığı kime çekmiş bilmem ki?”

“Peki bu süslü olma hevesi kime çekti acaba??” diye cevabı yapıştırdı Ayça. Moon Jee gülmeye başladı: “Hahaha, lafı koydu gene, akıllı karım benim! Ben seni laf dalaşında hiç yenemeyecek miyim kız?”

“Hadi hadiii, beni tutma, çok işim var!” diye sırıttı Ayça ve telefonu kapatmaya hazırlandı: “Çabuk ol, konuklar gelmeden gel, e mi? Öptüm canım…”

“Tamamdır bebek, görüşürüz!” dedi Moon Jee neşeyle ve telefonu kapattı.

Ayça mutfağa doğru ilerlerken gülüyordu. Moon Jee artık koskoca bir aile babası olsa da çocuksu halleri hiç değişmemişti…

C.N.Blue – Love Light

Ayça mutfak önlüğünü beline bağladı ve çabuk hareketlerle işe girişti: Önce tuzlu kurabiye yapıp fırına attı; sonra rus salatası hazırladı. Bu sırada mutfaktaki ufak televizyon açıktı; haberler başlamıştı. Ayça kulağına “Danimarka prensesi” lafı çalınınca birden durakladı. Merakla elindeki işi bırakıp ekrana baktı. Muhabir kız: “Beş yıl aradan sonra Prenses Josephine yine ülkemizde,” diye anlatıyordu, “Başbakan kendisine bir jest yapmayı ihmal etmedi: Prenses şerefine verilen davette, prensesin Türk dönerine olan düşkünlüğü bilindiği için Türk aşçılara özel olarak pişirttirilmiş döner de ikram ettirdi…” Bu arada arkadan geçen görüntülerde prensesin önüne bir porsiyon yaprak döner getirildiğini gören Ayça ufak bir kahkaha attı: Anlaşılan o ki zavallı prenses ister sevsin ister sevmesin, Ayça’nın döner düşkünlüğü yüzünden üzerine yapışıp kalmış bu imajla yaşamak zorundaydı!

Ayça hâlâ zavallı prensesi düşünüp sırıtarak tabaklarla bardakları çıkarırken, Se Ri Mira’yı elinden tutmuş bir biçimde mutfak kapısına gelmişti:

“Annesi, bak bakalım küçük prensesimiz nasıl olmuş?”

 

Ayça kapıda kırmızı bir elbise giymiş halde sevimli sevimli salınan küçük kızına bakınca bütün yorgunluğunu unuttu, yüzüne sevgi dolu bir gülümseme yayıldı. Hemen onun yanına geldi, diz çöktü:

“Aman da benim bebeğime bakın! Ne kadar da güzel olmuş böyle!”

“Ben bebek deyilim!” diye bir itiraz yükseldi küçük hanımdan. Se Ri ve Ayça göz göze gelip sırıttılar. Ayça kollarını açıp minik kızına sarılırken: “Tamam, sen bebek değilsin, prensessin! Oldu mu şimdi?” diye gülüyordu.

O sırada kapı çaldı. Mira sevinçle koşturdu: “Ben açıcamm!” Ayça da hemen koşturan kızının peşinden seğirtti. Mira zorlukla kapı koluna asılırken ona yardım etti. Açılan kapıdan Hae In’in neşeli yüzü göründü:

“Merhabaaaa! Bizim güzel prensesimiz nasılmış bakalım??”

“Kınomaaaa!” diye bağırdı Mira ve sevgili teyzesinin kollarına atıldı. Hae In de ona sarılmak için diz çökmüştü, Ayça ise telaşla: “Mira, keun ommaya (yenge) öyle sarılma, zavallıyı boğacaksın! Hem ben sana ne dedim, yavaşça sarıl, yoksa kardeşi incitebilirsin!” diye müdahale etti. Hae In gülerek Ayça’ya baktı:

“Korkma korkma, minik prenses kuş kadar bir şey; hem o oyun arkadaşına zarar verecek bir şey yapmaz, di mi?”

Böyle deyip karnını okşadı. Mira da sus pus olmuş, keun ommasının büyümüş karnına çekingence elini dokundurmuştu. Hae In: “Korkma. Bak, tekme atıyor, dinlesene,” deyince kulağını yaklaştırdı ve dinledi. Sonra heyecanla annesine döndü:

“Anneee! Kaydeş çıkmak istiyoyy!”

Hae In ve Ayça gülmeye başladılar: Eh, küçük kız haklıydı bir yerde; bebek tekme attığına göre artık içeride sıkılmış olmalıydı, değil mi? Ayça: “Bir ay sonra çıkacak zaten, sen merak etme,” derken Hae In de gülerek onun başını okşamıştı: “Kardeş çıkınca bol bol oynarsınız, di mi tatlım?”

Sonra Ayça’ya döndü, sevgiyle gülümsedi:

“N’aber Ayçacığım? Ben de koşuşturman çoktur diye sana yardım etmeye gelmiştim…”

“Canım niye zahmet ettin? Hem de bu haldeyken?” Ayça üzülmüştü. Hae In’se gülerek onun omzunu sıktı: “Aşkolsun ya, ne varmış halimde? Hamileyiz diye boş boş oturup bacaklarımı havaya mı dikeyim?”

“Ama yorulmaman gerek…”

“Merak etme ben yorulmam, oturduğum yerden yaparım işleri,” diye güldü Hae In ve içeri geçerken: “Ee, neler yapılacak söyle bakalım?” diye sordu.

Böylece Hae In mutfaktaki işleri devraldı; Ayça ise Kore mutfağı menülerini arkadaşına devretmekten memnun, bahçedeki süslemelerle ilgilenmeye başladı. Bu arada bakıcısı Mira’ya televizyonu açmış, küçük kız Pororo’nun maceralarını izlemeye dalmıştı.

Biraz sonra kapı çaldı. Ayça’dan önce yine Mira koşup gelmişti. Kapı açılınca eşikte Han Seul’ün güleç yüzü gözüktü.

“Samçoooon! (amca)” diye bağırıp bu kez onun kucağına zıpladı minik kız. Han Seul onu tuttuğu gibi kucağına aldı, havaya atıp tutmaya başladı: “Samchon’unun prensesi! Nasılmış benim minik meleğim?” Han Seul onu öpücüklere boğarken Mira neşeyle kıkırdıyordu. Ayça gülmesine engel olamadı: Ufaklık üç senedir iki evin birden prensesiydi; şimdi yeni bebek gelince kıskanmasaydı bari…

“N’aber Ayça? Nasılsın?” dedi Han Seul Mira hâlâ kucağındayken ve uzanıp onu yanağından öptü. Ayça neşeyle: “İyidir,” diye cevap vermişti, “Hani, Beh Zhao yok mu? Onu da getirecektin hani?”

“Ben burdayım,” diye bir ses geldi kapıdan ve Beh Zhao’nun yakışıklı yüzü göründü. Genç adam elini uzatıp ev sahibesinin elini sıktı: “Merhaba Ayça-shhi… Umarım erken gelmemişizdir…”

“Ay yok yok, buyrun lütfen, her şey hazır,” dedi Ayça ve iki adamın girmesi için kenara çekildi. Sonra şakayla karışık Han Seul’e döndü: “Yalnız senin hanımdan şikayetçiyim: Kendini yorma diyorum ama beni hiç dinlemiyor, kimbapları ben hazırlayacağım diye tutturdu!”

“Hahaha, öyledir o, dur ben ona yardım edeyim,” diye güldü Han Seul ve mutfağa geçti. Gerçekten de Hae In büyük bir özenle kimbap rulolarını kesiyordu. Han Seul birkaç saniye kapıda durdu, sevgiyle karısını seyretti. Sonra sessizce içeri süzüldü ve genç kadına arkadan yaklaşıp kucaklayıverdi.

“Ay!” Hae In boş bulunmuş, çığlığı basmıştı. Sonra Han Seul’ün muzip yüzünü görünce gülmeye başladı. Şakacıktan onun yanağına bir şamar attı:

“Beni böyle korkutmaya utanmıyor musun? Ya korkudan bebeği şimdi, şuracıkta doğursaydım??”

“Ben seni kollarımda taşır, yine de hastaneye yetiştirirdim hayatım!” diye güldü Han Seul ve karısının yanağına kocaman bir öpücük kondurdu. Sonra da onun büyümüş karnını sevgiyle okşamaya başladı: “Sen ne yaptın bakalım bugün? Anneyi üzmedin, di mi ufaklık? Aferin sanaa…”

Hae In gülmesine engel olamadı. Sonra da başını çevirdi; yakışıklı kocasını sevgiyle öptü.

Bu sırada yine kapı çalmış, Ayça aceleyle koşturmuştu: Umarım misafirler değildir, diyordu içinden; çünkü daha giyinmeye bile fırsat bulamamıştı.

Neyse ki gelen yabancı değil, Mischa’ydı. Genç kadın elindeki pasta kutusunu uzattı:

“Bizim maybaş çırağa güvenemedim; pastayı kendim getireyim dedim!” Başını uzatıp çekingence içeri baktı: “Geç kalmadım, değil mi?”

“Hayır, tam zamanında geldin!” diye sırıttı Ayça ve arkadaşının girmesi için kenara çekildi. Sonra muzipçe Mischa’nın omuzlarından tuttu, “n’oluyoruz?” diye şaşıran arkadaşını yürümesi için itip bahçeye doğru ilerletti. Mischa bahçeye inerken bir an durakladı: Az ötede zakkumların başında ayakta dikilen çok yakışıklı bir adam onlara doğru dönmüştü.

“Mischa, bu beyin ismi Beh Zhao,” dedi Ayça. “Beh Zhao, bu genç bayan da benim en yakın arkadaşlarımdan Mischa’dır.”

Böyle deyip Mischa’yı hafifçe ittirdi. Mischa ne yapacağını bilemez gibi duraklarken Beh Zhao, yüzünde yakışıklı bir gülümsemeyle gelip elini uzatmıştı bile:

“Memnun oldum… Ayça ve Moon Jee sizden çok bahsetmişti…”

Mischa da elini uzatıp “memnun oldum…” diye mırıldanırken Ayça sessizce ortamdan çekildi. Giyinmek üzere odasına geçerken “hadi bakalım Mischa, artık top sende…” diye kendi kendine sırıtıyordu.

Genç kadın üzerini değişip beyaz bir elbise giydi; boynuna inci kolyesini ve kulağına inci küpelerini taktı ve kulaklarının arkasına her zamanki parfümünden birkaç damla sürdü. Göz makyajını henüz bitirmişti ki, kapı bir kez daha çalındı. Ayça aceleyle rujunu da sürüp kapıya koşturdu. Bu gelen kocası olmalıydı.

Gerçekten de kapıda Moon Jee’nin Mira’yı kucaklamış, onunla birlikte fır döndüğünü görünce gülmesine engel olamadı: Mira bu oyuna “uçan daire” adını takmıştı ve küçük kız babası tarafından ayakları yerden kesilmiş halde havada daireler çizerken neşe dolu çığlıklar atıyordu! Ayça gülerek bağırdı: “Yeter, yeter artık, başınız döndü!”

“Yetmeeeeezzz! Uçan daire henüz Mars’a ulaşmadııı!” diye bağırdı Moon Jee ve kızını iki defa daha döndürdü. Sonra ona sarılıp yavaşça yere bıraktı: Mira babasının elini bırakıp Ayça’ya doğru gelmeye çabalarken yalpalıyordu. Ayça telaşla ona doğru atıldı, küçük kızı düşmeden kucakladı. Sonra da şakacıktan kızgın bir halde kocasına baktı:

“Aferin Moon Jee! Bu kızı sen şımartıyorsun…”

“Benim prensesim şımarmaz ki. O çok akıllı, kocaman bir abla,” dedi Moon Jee ve kızının yanağına bir öpücük kondurdu. Mira kollarını babasının boynuna doladı ve “evet ben ablayım bi keye…” dedi ciddi ciddi. Moon Jee “Aferin benim akıllı kızıma!” deyip küçük kızı öpücüklere boğarken Ayça onları gülerek seyrediyordu: Baba-kızın muhabbeti insanı kıskandıracak kadar iyiydi maşallah!

Biraz sonra misafirler birbiri ardına gelmeye başladı: Önce Seung Mi Unni beş yaşındaki kızı Yoo Hee’nin elinden tutmuş halde Başhekim Song’la birlikte geldi. Mira başhekim büyükbabasının da boynuna atlamış, yaşlı adamın kucağından inmek bilmemişti. Ayça küçük kızının insanlarla hemen kaynaşabilmesinden memnundu memnun olmasına; ama onun her konuda olduğu gibi bu konuda da tam anlamıyla babasının kızı olduğunu düşünmeden edemiyordu: Bari birkaç şeyi de kendisinden alsaydı ya canım!

Daha sonra Mostly Harmless üyeleri partiye damladılar: Hepsinin suratında kocaman birer sırıtma vardı. Ayça’ya “N’aber noona?” deyip onu öptüler, Moon Jee ve diğer konuklarla selamlaştılar. Joon Hwa Yu Ra’yla birlikte gelmişti; ama Mira’yı görür görmez kız arkadaşının elini bırakıp neşeyle ufaklığı kucağına aldı, onu omzuna oturttu. Aynı anda Hyung Kan da heyecanlı heyecanlı peşlerindeki paparazzileri atlatma maceralarını anlatıyordu:

“Alışveriş merkezinden çıktığımız anda çevremizi muhabirler sardı. Baktık ki kaçamayacağız, biz de oradaki tuvaletlerden birine daldık! Korumalar paparazzileri gönderene kadar yarım saat o daracık tuvalette bekledik yahu!”

Bu sırada Jin Beom Ayça’ya yaklaşıp: “Noona, hediyeyi dışarıda bıraktık, kapıdan sığmayacaktı… Ön bahçede durmasının bir mahzuru olmaz, di mi?” demişti. Ayça şaşkınca baktı genç adama: “Ee… Tabii  de… Kapıdan sığmadı derken??”

“Kendin görürsün,” diye sırıtıp dışarıyı işaret etti Jin Beom. Ayça merakla dışarı çıktığında gözlerine inanamadı: Dışarıda, nerdeyse gerçek ev büyüklüğünde kocaman bir plastik ev tüm bahçeyi doldurmuştu!

 

“Jin Beom, bu ne??”

“Geçenlerde birlikte lunaparka gittiğimizde Mira bu evlerden görüp çok sevmişti; biz de biraz daha büyüyünce ona bir tane alacağımıza söz vermiştik,” diye gayet doğal bir şeymiş gibi açıkladı Jin Beom. Ayça inanmazlıkla içini çekti: Bu koca şeyi nereye sığdıracaklardı yahu? Ayrıca Mira’nın her istediğini hemencecik yapmaya devam eden bu ajusshiler yüzünden minik kızın şımarmadan büyümesi mucize olacak gibi görünüyordu!

Kang Min Hyuk – Star

O sırada çalınan kapının ardından görünen yüz, Ayça’nın sevinçle çığlık atmasına sebep oldu:

“Sena! Ah canım, hoşgeldin! Gelebildiğine çok sevindim!”

“Mira’nın doğumgününü kaçırır mıyım hiç??” dedi içeri giren yeşil gözlü, güleç yüzlü genç kız. Ayça’ya sevgiyle sarıldı: “Merhaba ablacığım! Görüşmeyeli nasılsın?”

“Valla ben hep bildiğin gibiyim, asıl haberler sende,” dedi Ayça ve muzipçe genç kıza göz kırptı: “Yakışıklı sevgilin ne âlemde bakalım? Okul da bitiyor, yakınlarda nişan-mişan bir şeyler yok mu?”

Sena birden kıpkırmızı oldu, gülerek Ayça’nın koluna şakacıktan vurdu: “Aman abla! Sen de… Daha öyle şeyler için çok erken…”

Ayça muzipçe güldü: Dört sene önce tesadüfen tanıştığı küçük arkadaşı Sena da kendi yolundan ilerliyordu: Şimdilik bunun için erken diye diretse de, onun da ailesine Koreli bir damat getireceği kesin gibiydi!

“Aa, Sena mı gelmiş?” dedi o sırada içeriden çıkan Hae In. Sena gülerek ona da sarıldı: “Merhaba Unni! Özlemişim görüşmeyeli! Ooo, bebeğin gelmesine de az kalmış!”

“Evet ya, minik prensesimiz büyüdüğü için artık oyalanacak bir başka oyuncak bebek yapma sırası Han Seul’le ikimize gelmişti,” diye güldü Hae In. Ayça ise şakacıktan: “Mira büyümüşken birkaç sene kafamızı dinleseydik keşke! Şimdi en baştan bebek ağlamaları ve uykusuz geceler bizleri bekliyor!” diye sırıttı. Hae In’se gülerek onun kolunu sıktı: Mira’yı nasıl birlikte büyütmüşlerse, yeni gelen bebeciğin de üzerine titreyecek olan iki annesi olacağını ve Ayça’nın bu hem zorlu hem de güzel günlerde onu asla yalnız bırakmayacağını biliyordu…

O sırada Sena’nın sesini duyan Mira içeriden rüzgar gibi koşarak gelip genç kızın kollarına atılmıştı bile: “Sena ablaaaa!”

“Ah canım, benim şirin kuzum burda mıymış??” dedi Sena Türkçe olarak ve küçük kızı öpücüklere boğmaya başladı. Mira ise “yaa yapmaaa!” diye çığlıklar atıyor, ama bir yandan da keyifle gülüyordu. Ayça Sena’ya minnetle gülümsedi: Küçük kızı Sena ablasına o kadar hayrandı ki, Korece’den önce Türkçe öğrenmesinde Sena’nın büyük payı vardı!

Aynı anda Moon Jee de kapıya gelmiş, Sena’yı görünce sevimlice:

“Aa, Sena mı geldi? Hoşgeldin ufaklık,” deyip genç kızı yanaklarından öpmüştü. “Eee, Dreamers’la ortak konserimizin ne zaman olacağına karar verdiniz mi bakalım?”

“Ay dur kızcağız içeri yeni girdi,” diye hemen müdahale etti Ayça, “Konser organizasyonu ile ilgili konuşmalar biraz daha bekleyebilir canım!”

Sena ise Mira’yı kucağından indirirken hemen telaşla itiraz etti: “Ah önemli değil Ayça abla, Moon Jee oppa ve Mostly Harmless’ın bizim gibi tecrübesiz bir grubun konserine misafir olması bile büyük bir onur; o yüzden uygun zamanı konuşmak için ben her zaman hazırım.”

“İyi o halde, gel bakalım bizimkilerle konuşup uygun bir tarih bulalım,” dedi Moon Jee ve Sena’nın omzuna elini attı, ikili Mostly Harmless’ın geri kalanının yanına doğru yürümeye başladılar. Mira da hemen ufak adımlarla peşlerinden koşturdu: Sena ablası buradayken minik kızın gözü başka kimseleri görmüyordu!

Biraz sonra Ha Dong Sae; Su Hyun; Woo Wan, karısı Mae Ri ve küçük kızları, yine Han Seul’ün eski arkadaşlarından Jung Wyung’un dul karısı Yoon Ji, ve en son Ayça ve Hae In’in eski hastaları Ma Ju, Ömer ve aileleri de gelince parti konukları tamamlanmış oldu. Hae In Ayça’ya yaklaştı:

“İstersen artık pastayı kesme faslına geçebiliriz tatlım…” Ayça yan gözle Ma Ju ve Sena ablalarının arasında suratında mutlu bir ifadeyle bir o tarafa bir bu tarafa koşturan kızına baktı:

“İyi olur, bizimki şimdi koşturuyor ama birazdan pili biter,” dedi gülerek.

Böylece mutfağa gidip Mischa’nın hazırladığı dev doğumgünü pastasıyla bahçeye döndüler. Onların pastayla bahçeye girişlerini gören Moon Jee hemen masanın başına seğirtti; masadaki kadehlerden birine kaşıkla hafifçe vurdu:

“Sevgili misafirler, biraz beni dinler misiniz?”

Tüm bakışlar ona döndü. Bu sırada Se Ri, Mira’yı kucaklayıp onun yanına getirmişti. Moon Jee küçük kızını kucağına aldı, boşta kalan elini yanıbaşında duran karısının beline koydu ve neşeyle:

“Öncelikle hoşgeldiniz,” diye selamladı herkesi, “Mira’nın üçüncü doğumgününde bizi yalnız bırakmayıp kutlamamıza katıldığınız için hepinize teşekkür ederiz!”

Davetliler onu neşeyle alkışladılar; Hyung Kan bağırdı: “Gelmeseydik burnumuzdan getirirdin Hyung!” Millet gülmeye başlarken Moon Jee şakacıktan kızmış bir şekilde masadaki çatallardan birini aldı ve ona doğru salladı: “Ha şunu bileydin!” Sonra da neşeyle sözünü tamamladı: “Şimdi Mira’nın doğumgünü pastasını keserken size şöyle demek istiyorum: Yumulun millet!”

Herkes bir defa daha gülmeye başlarken Moon Jee karısına dönüp muzipçe göz kırptı. Ayça hafifçe onun kafasına vurdu ve kulağına eğilip sessizce fısıldadı: “Zevzek!”

“Sağol hayatım, ben de seni seviyorum,” diye sırıttı Moon Jee ve onun yanağından öpüverdi. Sonra da kucağındaki Mira’ya döndü: “Hadi bakalım tatlım, üç deyince mumlara kocaman üflüyorsun, tamam mı? Bir, ikiiii, üç!”

Mira onun sözünü ikiletmeden tüm gücüyle mumlara üflediği anda herkes alkışlayıp “iyi ki doğdun Miraaa!” şarkısını söylemeye başlamıştı bile. Böylece pasta kesildi ve yemek yeme faslına geçildi.

Biraz sonra Ayça yüzünde hayattan memnun bir gülümsemeyle bahçedeki her bir konuk grubunu dolaşıp bir istekleri olup olmadığını sorarken, onu uzaktan izleyen Moon Jee sevgiyle gülümsedi: Güzel karısı beyaz kıyafetiyle zarif bir kelebek gibiydi. Ve aradan geçen dört buçuk yıl boyunca bu güzel ve tatlı kadına olan sevgisi bir gram bile azalmamıştı…

Moon Jee ilk günlerde büyük sıkıntılar çekeceklerini düşünmüştü, ama neyse ki yanılıyordu: Her şey tereyağından kıl çeker gibi hallolmuştu: Konserde olanların istemsizce de olsa büyük bir promosyon malzemesine dönüşmesi ve grubun hayranlarının büyük çoğunluğunun oppa’larının büyük aşkını desteklemesi üzerine büyük patron stratejik davranmış ve Moon Jee’nin sözleşmesindeki iki senelik sevgili edinme yasağını fesh etmişti. Moon Jee de derhal soluğu Ayça’nın yanında almış, genç kıza evlenme teklif etmişti! Medyatik malzeme olmamak için Kore’de ufak bir nikahla yetindiler; ama o yaz Türkiye’de yaptıkları düğün muhteşem oldu. Kore kadar Türkiye’deki magazin basını da Kore’nin ünlü müzisyenlerinden biriyle evlenen bir Türk kızının haberini atlamamıştı. Hatta Ayça ve Moon Jee Kore’nin Prens William’ı ve Prenses Kate’i diye anılır olmuşlardı ki, Moon Jee’nin gün geçtikçe artan popülaritesi düşünülürse bu benzetme yalan değildi!

Yaklaşık bir sene sonra mutlulukları Mira’nın doğumuyla taçlanmıştı. Üstelik Mira, hem Ayça hem de Moon Jee için çok önemli bir günde dünyaya açmıştı gözlerini…

Moon Jee bu güzel tesadüfü düşünüp gülümserken bir el omzuna dokundu: Genç adam arkasını dönünce kendisine neşeyle göz kırpan ağabeyini gördü.

“N’aber koçum? Ne var ne yok?”

“İyidir, asıl haberler sende,” dedi Moon Jee ve merakla ekledi: “Ha Dong Sae-sshi’nin emekli olacağını duydum, doğru mu?”

“Evet, öyle görünüyor,” dedi Han Seul az ileride Yoon Ji ile sohbet eden müdürüne bakarak. Moon Jee heyecanla:

“Vayy, o zaman yakın gelecekteki koruma birimi başkanıyla sohbet ediyor olduğumu söyleyebilir miyim??” diye atılınca da neşeyle güldü: “Eh… Sanırım söyleyebilirsin…”

“Bu harika bir haber! Tebrik ederim Hyung!” diye bağırdı Moon Jee ve elindeki bira şişesini ağabeyinin elindeki kadehe vurdu: “Bu terfiyi Gab Soo ve çetesini çökerttiğin günden beri hak ediyordun zaten!”

“Abartma oğlum, o kadar da değil…” diye mırıldandı Han Seul ama memnuniyeti parıldayan gözlerinden okunur haldeydi. Gerçekten de Han Seul son dört senede parlak başarılar kazanmıştı: Gab Soo’nun uyuşturucu çetesinin çökertilmesiyle başlayan büyük çaplı bir operasyona gönüllü olarak dahil olmuş; eski mahallesi başta olmak üzere Seul’ün varoşlarında yuvalanan pek çok uyuşturucu çetesini söküp atmakta polise büyük katkıları dokunmuştu. Hatta başbakan tarafından özel onur ödülüyle ödüllendirilmişti. Şimdi Dong Sae’nin emekli olmasından sonra koruma biriminin müdürü olacak olması herkesin beklediği, hak edilmiş bir terfiydi. Zaten Han Seul’ü tüm başbakanlıkta tanımayan ve sevmeyen yoktu: San Young’un başbakanlıktan ayrılıp özel bir şirketin üst düzey yöneticisi olarak Tayland’a gidişinden sonra başbakanlık memurları arasında bu terfiyi mutlulukla karşılamayacak tek bir kişi bile kalmamış gibi görünüyordu!

İki kardeş iş konusunda neşeli bir muhabbete başlarken Seung Mi, hemen yanından geçmekte olan Ayça’nın kolunu tuttu: Genç kadın deminden beri Mischa ve Sena ile ateşli bir tartışmaya dalmıştı:

“Ayça, baksana yav. Mischa “Mira” isminin Rusça, Sena ise Türkçe olduğunu iddia ediyor! Ama siz Mira’yı Korece “Mi Ra”dan esinlenip koydunuz, öyle değil mi?”

Ayça merakla ondan cevap bekleyen üç arkadaşına birden baktı ve gülerek başını salladı:

“Mischa haklı: Mira, Rusça “barış” anlamına geliyor!”

Seung Mi ve Sena hayretle “nasıl yaaa??” diye itiraz ederken Ayça gülmeye başladı: “Ama sen de haklısın Seung Mi: Korece’de de Mi Ra ismi var, evet aynen öyle!”

Sonra, gözlerinde afacan pırıltılarla bir ellerini Sena’nın omuzlarına koydu, bir Seung Mi’ye bir de Mischa’ya baktı:

“Fakat bizim ufaklığa bu ismi koymaktaki asıl esin kaynağımızı soruyorsanız, Mira’nın Türkçe anlamıdır hanımlar: Çünkü Mira Türkçe’de “geceleri yunuslara rehberlik eden yıldız” anlamına gelir!”

Sena yarı şaka yarı ciddi: “Biliyordum! Biliyordum!” diye bağırmaya başlarken Mischa hayranlık dolu bir: “Oooo!” sesi çıkarmış, Seung Mi ise bir kahkaha atmıştı: “O zaman çok iyi bir isim seçimi olmuş derim: İki ay parçasının çocukları da ancak bir yıldız olabilirdi!”

Ayça, Mischa ve Sena gülmeye başladılar: Seung Mi tam da taşı gediğine koymuştu! Aynı anda konuşmaları dinleyen Mae Ri başını uzattı ve:

“Mira aynı zamanda mitolojik bir tanrıçadır ve kahkahalar atarak yaramazlık yapmasıyla ünlüdür!” diye lafa karıştı. Mischa sırıttı:

“Yaramaz, ha? İşte bu tam da bizim Mira’mızı tanımlıyor!”

“Özür dilerim, konuşmalarınıza ben de kulak misafiri oldum,” dedi Zehra, Ömer’in annesi diğer köşeden. “Mira aynı zamanda Arapça’dır, bunu biliyor muydunuz?”

Diğerleri şaşkınca ona dönüp: “Yoo?” dediklerinde Zehra neşeyle güldü: “İtiraz eden, asi, anlamına gelir!”

Bunun üzerine hepsi birden gülmeye başlarken Ayça abartılı bir biçimde içini çekti: “Bizim kızın aksiliklerinin sebebi şimdi anlaşıldı!”

Ve az ileride Yoo Hee ve Ömer’in peşinde dili dışarıda koşturup duran kızına sevgiyle bakıp gülümsedi: Her dilde başka başka anlamları olan güzel isimli minik kızı… Ayrıca Ayça bilmese de Mira, Karatay Türkçe’sinde “prenses” demekti ki, doğruydu: Bu şeker mi şeker yaratık Ayça ve Moon Jee’nin gerçekten de minik prensesleriydi…

Lee So Eun  – One Summer Night

Akşam olup yıldızlar belirmeye başladığı zaman davetliler yavaş yavaş partiden ayrılmaya başladılar. Mischa partiden ayrılırken Beh Zhao’nun da apar topar ceketini alıp uzaklaşmakta olan genç kadına yetişmesi ve ikisinin birlikte yürümeye başlamaları hınzır Ayça’nın gözünden kaçmamıştı: Genç kadın kendi kendine sırıtmış, bu çöpçatanlık işini başarıyla sonuçlandırdığına emin olmuştu! Sena’nın çıkması ise Mostly Harmless üyelerinin ayrılmasına rastlamıştı; Hyung Kan Sena’yı evine kadar bırakmakta ısrarcı olmuştu. Ayça bir ara Moon Jee’ye, “o kızın erkek arkadaşı var, seninkine söyle de kıza sulanmasın!” demeyi aklının bir köşesine not etti… En son Mira’yı uyutan Se Ri de evden ayrılmış, Hae In, Han Seul, Moon Jee ve Ayça baş başa kalmışlardı. Çekirdek dörtlü bir süre daha verandada oturup tatlı sohbetlerine devam ettiler. Fakat biraz sonra Han Seul, Hae In’in yanaklarının pembe pembe olmuş olduğunu görüp şefkatle gülümsedi ve onun omzuna dokundu:

“Aşkım sen yorulmuş gibi görünüyorsun… İstersen evimize geçelim, ne dersin?”

Hae In önce itiraz edecek gibi oldu; bu tatlı sohbeti bırakıp gitmek istemiyordu. Ama sonra gülümseyerek boyun eğdi: Günler torbaya girmemişti ya… Daha uzun uzun yıllar boyunca dördü bu verandada bir araya gelecek, neşe dolu kahkahalar arasında keyifli sohbetler edeceklerdi…

“Tamam canım, geçelim,” deyip Ayça ve Moon Jee’ye döndü, özür diler gibi gülümsedi: “Ortalığı toplamakta size yardım etmek istiyordum ama çok yorulmuşum… Kusura bakmayın, olur mu?”

“Ne kusuru şekerim, bütün gün koşturdun zaten… Her şey için çok teşekkür ederim!” dedi Ayça ve sevgiyle arkadaşının omzunu sıktı. Bu sırada Han Seul ayağa kalkmış, Hae In’in de kalkmasına yardım etmişti. Moon Jee’nin omzuna vurup: “Hadi eyvallah!” dedikten sonra Ayça’ya döndü: “Yarın sabah uyandığı zaman minik meleğimi benim için öpersin annesi… Hadi iyi akşamlar!”

“İyi akşamlar,” dedi Ayça ona, sonra Hae In’e dönüp: “Yarın klinikte görüşürüz!” diyerek öptü arkadaşını. Moon Jee de: “Yarın akşam isterseniz barbekü yapalım…” diye teklif etmişti, “Dolapta bir sürü et var…”

“Sen etleri mangala atınca bir telefon çakarsın, iki dakika içinde sizde oluruz…” dedi Han Seul. Moon Jee sırıttı: Abisinin evlendikten sonra kendi evini kapatıp Hae In’le Ayça’nın eski evine taşınması bu bakımdan çok isabetli olmuştu: Artık iki aile, birbirlerinin evinden gelen güzel yemek kokularını duyar duymaz çatkapı akşam yemeğine damlayabiliyorlardı! Moon Jee: “Hepimizin Hae In’in evinin önünde karşılaştığı ilk gün dediğim şey doğru çıktı,” diye düşündü, “gerçekten de kocaman, mutlu bir aile olduk…”

Böylece Han Seul ve Hae In’i uğurladılar. Genç çift el ele kendi evlerine doğru yürüyerek uzaklaşırken Ayça ve Moon Jee bir süre daha kapıda durup onları izlediler.

Jason Mraz – Lucky

Moon Jee kapıyı kapatırken gözleri muzipçe parlıyordu:

“Oh bee, bir an hiç gitmeyecekler sandım!” Ayça gülmeye başladı: “Çok ayıp Moon Jee!”

“Nesi ayıpmış, sevgili karıcığımla bu özel günde baş başa kalmak istiyorum, alla alla…” diye dudak büktü Moon Jee. Sonra birdenbire, genç kadını hop diye kucaklayıverdi! Ayça ufak bir çığlık kopardı, sonra gülmeye başladı: “Dur, ne yapıyorsun? Belini inciteceksin!”

“Bir şey olmaaaaz, alışığım ben!” diye bağırdı Moon Jee ve onu verandaya kadar kucağında taşıdı. Sonra, koşturarak mutfağa gitti, aradan bir dakika bile geçmeden elinde birer kadeh şarapla döndü. Kadehlerden birini verandada oturmuş, ayaklarını bahçeye sallandırmış olan Ayça’ya uzattı. Kendi kadehini onunkine vururken muzipçe güldü:

“Biraz da baş başa kutlama yapalım, di mi ama?”

Ayça da gülerek kendi kadehini onunkine dokundurdu ve kadehi dudaklarına götürdü. Sonra gözlerini evlerinin güzelim bahçesine dikti: Az önceki partinin süsleri hâlâ duran, biricik gizli bahçelerine…

Tekrar başını çevirip yanıbaşındaki kocasına baktığında genç adamı hayran gözlerle kendisini izlerken buldu. Moon Jee ona sevgiyle gülümsedi ve elini uzatıp onun yüzüne düşen bir saç buklesini kulağının arkasına attı. Ayça onun elini yüzünde hissedince bir an hafifçe titredi: Bunca yıldan sonra bile bu yakışıklı adamın dokunuşları onu heyecanlandırmaya yetiyordu.

“Tam üç yıl önce beni dünyanın en güzel bebeğinin babası yaptığın için teşekkür ederim…” diye fısıldadı Moon Jee. Genç adamın siyah gözlerinde aşk ve minnet dolu pırıltılar yanıp sönüyordu. Ayça ona yüreğindeki tüm sevgiyle baktı. Kendi elini uzatıp yavaşça karşısındaki genç adamın yüzüne dokundu, onun yanağını hafifçe okşadı:

“Asıl ben teşekkür ederim…” diye mırıldandı. “Tam üç yıl önce, beni dünyanın en güzel bebeğinin annesi yaptığın için…” Sonra hafifçe gülümsedi ve ekledi: “Ve tam beş yıl önce, beni o köprüde bulduğun için…”

Moon Jee neşeyle güldü: Ayça da unutmamıştı. Zaten böyle bir şeyi unutması mümkün değildi ki: Kaderin güzel bir cilvesiyle sevgili kızlarının doğumgünü kendi tanışma yıldönümleri ile aynı güne denk gelmişti! Önceden olsa bu tesadüfe hayret ederdi Moon Jee; ama artık Ayça’yla birlikte yaşadığı hiçbir şeye şaşırmıyordu: Eh, ne de olsa bütün hayatlarının özeti ikisini birleştiren oyunbaz bir kaderden ibaret değil miydi?

“Gökte ay vardı, hilaldi / Seni bana o getirdi

Artık bırakamam seni / Bizi birleştiren kaderdi…”

Kendi yazdığı şarkı sözleri aklına gelince keyifle gülümsedi. Sonra elini cebine attı ve bir kutu çıkardı: Mavi bir mücevher kutusu.

Ayça ona şaşkınlıkla baktı: “Bu da nesi?”

“Güzel karıma bana verdiği bütün güzellikler için ufak bir teşekkür hediyesi,” diye gülümsedi Moon Jee. “Ee, açmayacak mısın?”

Ayça yarı şaşkın, yarı mutlu, elini uzattı ve kutuyu açtı. Açar açmaz da hayretle nefesini tuttu: Pırıl pırıl pırlanta bir kolye loş ışıkta bile göz alacak kadar parlıyordu.

“Sevgilim, ne gerek vardı?” dedi duygulanmış bir şekilde. “Çok, çok teşekkür ederim!”

“Beğendin mi?”

“Beğenmek ne kelime; bu müthiş bir şey!” Ayça’nın heyecandan sesi titriyordu. Moon Jee hediyesinin beğenildiğine memnun, sevinçle uzandı, genç kadının boynuna kolyeyi taktı:

“Güle güle kullan ay parçası…” Ayça onun klipsi taktığını fark edince saçlarını topladığı ellerini bıraktı ve ışıl ışıl gözlerle ona döndü. Moon Jee’yle göz göze gelince sevgiyle gülümsedi. Genç adam da sevgi dolu gözlerle ona bakıyordu.

“Çok yakıştı… Bir “Türk” atasözünün de dediği gibi, “güzele ne yakışmaz” zaten, di mi?”

Ayça kıkırdadı: Moon Jee’ye birinci evlilik yıldönümlerinde hediye ettiği “Türk deyim ve atasözleri sözlüğü” gerçekten de işe yaramışa benziyordu! Sonra kocasını kendine doğru çekip sevgiyle dudaklarından öptü. Moon Jee de onu tutkuyla öptükten sonra gözleri kapalı bir biçimde, yavaşça fısıldadı:

“Ayça…”

Ayça gözlerini açıp merakla ona bakınca, Moon Jee’nin muzipçe gülümsediğini gördü:

“Ne dersin, bu günü üçüncü bir olayın daha yıldönümü yapalım mı?”

Ayça merakla: “Neyin?” diye sorunca da birden genç kadını kucaklayıverdi: “İkinci bebeğimizi yaptığımız günün!”

Ayça ufak bir çığlık kopardı: “Moon Jee! Bir dakika, dur, daha ortalığı bile toplamadık!” Ama Moon Jee çoktan ayağa kalkmış, Ayça hâlâ kucağındayken içeri doğru koşmaya başlamıştı bile: “Boşver, yarın sabah toplarız! İstikamet yatak odası! Hücuuuum!”

Genç çiftin kahkaha dolu sesleri uzaklaşırken, gökyüzünde, karşıdaki evlerin çatısının üzerinde ince bir hilâl belirdi…

-SON-

Notlar:

1. Sena, sevgili Hayal’in “The Melody in Dreams” hikâyesinin kahramanı olup bize misafir geldi. 🙂 Sena’nın 4 yıl sonraki halini konuk etmeme izin verdiği için Hayalciğim’e bir kez daha teşekkür ediyorum.

2. Mira isminin anlamları hakkındaki bilgi ekşi sözlükten alınmıştır; doğruluğunu başka yerde araştırmadım, haberiniz olsun 😉

2. Hikâyemiz biterken bunca zamandır yorumlarını eksik etmeyen (yorum sayısı sırasına göre) hayalmiyim, winpohu, sermin, mydestiny, makinosev ve harmony başta olmak üzere bütün çingularıma teşekkürü bir borç bilirim. Sizin yorumlarınız sayesinde çok eğlendim, çok mutlu oldum, çok teşekkür ederim, ellerinize sağlık sevgili arkadaşlar ^^ Günün birinde başka hikâyelerde görüşmek üzere!  😉

18. Bölüm’ için 33 yanıt

  1. oy ben ne beğendim bu hikayeyi be hikaru 😀 Böyle kendi çocuğunu evlendiren gururlu anne triplerine girdim.En başta çok uzun diye gözüm korkmadı değil ama dilin akıcılığı,hikayenin konusu falan çok sevdim ne diyebilirim ki 😀 😀 Müzikleri de ayrıca çok çok çok güzel.Sen hikayeyi anlatırken benim gözümün önüden Moon Jee ile Ayça ,yaşadıkları,gördükleri,aşkları ve de muzır,tatlı kızları falan geçti.Ellerine sağlık çingu diğer partlarını da tamamladığımda daha uzun uzadıya bir yorumla tepene damlayacağım haberin ola 😀 😀 Ben gidip gözyaşlarımı sileyim 😛 😀

    • @egosantrik: hoşgeldin şeker! ahah, sorma, ben de şimdi yakın arkadaşlarımdan ayrılmışım gibi bir burukluk yaşıyorum… çocukları evlendirdik, bebekleri bile oldu, ayhhh… (ağlamıyorum, gözüme bir şey kaçtı…:P :D) ve evet, acayip uzundu, ben bu kadar uzun bir şeyi nasıl yazdım diye kendi kendime şok olmakla meşgulüm şu anda! (doktora tezim bunun yarısı kadar olsa yeter yani, o derece! 😀 :D) müzikler konusunda blogundan takip ettiğim kadarıyla zevklerimiz benziyor zaten, o yüzden beğenmen beni şaşırtmadı ama gururlandırdı (öhömm :D) uzun yorumunu beklerim canım, ne zaman istersen 😉 ve son bölümün ilk yorumu için çok teşekkür ederim, sevgilerimle ^^

  2. Yaaa bitti mi şimdi :S
    Ne karasız bi milletiz ya hem dizileri uzatırlar diye kızarız hemde bitince. Ne yani bitti mi deriz? 🙂 My lovely Roomate’de Güneş ve Ay’da severek okuduğum hikayelerdi.Daha doğrusu sadece 2sini okudum 🙂 Kimin bloğu hatırlamıyorum ama my lovely roomate görüp başlamıştım.Tabi ben bitirdiğimde güneş ve ay ilerlemişti.Beklemeyi sevmediğimden iyi oldu :)Kitap okumuyorum ama çıktığı gibi yeni bölüm okuyorum kendime bi tebrik.
    Bu bölümü yüzümde sırıtık bi ifaddeyle okudum.Çok güldüğüm yerler oldu.
    *Moon Jae’nin yaradana sığınıp Sang Yong’a dalması komple bütün hikayenin favori satırlardır diyorum 🙂
    *Ayçanın surat ifadeside beni çok güldürdü cuk diye oturmuş. (o_O)
    *Jae Hwa, Moon jae’nin büyük aşkıda katkılarından dolayı büyük tebriğimi aldı.Onu geçen bölüm almıştı ama şidmi söylüyorum 🙂
    *Mira ne kadar ortak anlamlara sahipmiş.İlginç! İsim listeme alıp kimseye söylememeliyim.Sevgili kuzenlerimin hepsi evli ve çocuksuz olduğundan sevdiğim isimler elden gidicek gibi görünüyor. 😀

    Aşkı çok güzel bi şekilde yansıttın.Engelleri gösterdin ama aşkın engel tanımadığını da gösterdin :).Yazmak istediğim şeyler var ama. :S Beğendiğim şeyleri ifade etmekten aciz biri olarak.Tam anlamıyla “Çok beğendim” diyorum.
    Yeni bir hikaye yazıcak mısın bilmiyorum ama yazarsan baş takipçinim 🙂 Çok severek okudum bütün bölümleri.
    Eline yüreğine sağlık.

    Bu arada blog almadan önceki Yeppudaaa benim ^^

    • @nomuyeppuuda: tahmin ediyordum zaten, ama tekrardan söylemen iyi olmuş: eski adıyla yeppudaa, yeni adıyla nomu yeppudaa, çok teşekkür ederim çingucum ^^ evet, bitti artık, her şeyi tadında bırakmak lazım, yoksa güzel başlayıp yılan hikayesine dönen dizilere benzeriz, haha 😀 beğendiğine çok sevindim, ayrıca blog açmana da özellikle seviniyorum, sayende uzak doğu camiası harika bir blog yazarı daha kazandı 😉

      moon jee’nin san young’a osmanlı tokadı atması senin yüreğini soğutabilmek içindi! 😀 😀 aslında sen öldürmeyi tavsiye etmiştin ama o kadar acımasız olamadım, hahah 😀 😀 ayça’nın surat ifadesi benim de sık sık kullandığım bir ifadedir, ve moon jee’nin o lafının karşısına cuk oturacaktı, o yüzden yazıya eklemeden edemedim 🙂 jae hwa üzerine düşeni yapmıştı, onu da ayrıca tebrik ettik. ve mira ismi: benim de favorilerimdendir. kore-türk melezi bir çocuğa konulacak en uygun isimlerden biridir ayrıca 😉

      sonuç olarak güzel yorumlarınla hikayemize eşlik ettiğin için çok teşekkür ediyorum nomu yeppudaa’cığım. bir süre hikayelere ara veriyorum, ama diğer çingular bu işi harika bir biçimde yapıyorlar zaten, onlarınkine de bir göz at derim 😉 blogdan bloga, yeni dizi tanıtımlarında görüşmek üzere, sevgilerimle canım ^^

  3. Merhaba^^
    Yeni bölümün geldiğini görünce çok sevinmiştim ama son bölümün bu olduğunu fark edince okuma hızımı ne kadar düşürdüğümü tarif edemem.Güzel şeylerin bitmesini bi türlü kabul etmek istemiyorum galiba.
    Buarada Moon Jee düğünü bastığında en az onun kadar ben de heyecanlanmışımdır.Ve San Young o yumruğu yemeseydi içim rahatlamazdı yani.Sonra sonra o yaşlı çifte bayıldım.Hele ki harabociye!Ne kadar karışık saçma konuşursan konuş senin demek istediğini anlayan birilerinin var olması çok güzel bişeydir 🙂 Çok şanslısın haraboci:))
    Mischa’nın hikayeden kopmadığını görünce de pek bi sevindim.Onu da çok sevmiştim.Biz göremicez ama umarım Beh Zhaoyla mutlu olurlar:D
    Ve Mira ne tatlı ne şeker bişey o yaa:)ben yuj istiyoyuuuuum!Benimde tanıdığım aynen böyle şeker süslü bi çocuk var.Mira yı okumaya başlayınca anında aklıma geliverdi.Bu yaşta böylelerse artık :)Han Seul ve Hae In’inde bebek haberi çok hoş!Miraaa pabucun dama gidebilir..
    Ayça’ya gelince onu da ne kadar sevdiğimi anlatamam kişiliği ve düşünceleri de adı gibi kardeşimle aynı.Ayça ve ablasını okurken dedim işte biz işte biz!!Umarım bir gün benim Ayça’mda Korede yaşama kararı almaz sadece hayalinde kalır bu 🙂
    Hala bittiğine inanamıyorum hikayenin.My lovely roommate,Güneş ve Ay çok çok çok güzeldi.Ellerine sağlık =))

    • @canlina: merhaba sevgili canlina, bloguma hoşgeldin! ^^ evet bitirmek benim için de üzücü oldu ama daha fazla uzatmam mümkün olmayacaktı… güzel sözlerin için çok teşekkür ederim; siz okuyanlara eğlenceli birkaç saat yaşabildiğim için çok mutlu oluyorum, yorum yazma nezaketi gösterip beni de mutlu ettiğiniz için çok teşekkürler! 🙂

      haraboci ve halmoni kimsenin dikkatini çekmedi mi acaba diyordum ki sen fark etmişsin: konuşmak yerine homurdanan bir adam ve onun dilinden anlayan karısı! 😀 bana da çok eğlenceli göründü bu çift; hikayemiz uzasaydı belki birkaç bölümde daha görebilirdik onları, ama şimdi böyle azıcık görünüp kaçtılar 🙂 Mischa’yı mutlu etmezsem de olmazdı; kızcağızın Ayça ve diğerlerine çok emeği geçti 😉 Mira’yı sorma, şeker parçası, ben de bu ufaklığın fotosunu ilk gördüğüm andan beri vuruldum, bayıldım, resmen anaç duygularım kabardı! :DGerçekte de Türk-Kore melezi bu şirin şey… Benden geçti ama kardeşimin bize böyle melez bir yeğen vermesini isterdim valla, ahah 😀 Ayrıca Han Seul ve Hae In’in de artık yaşları gelmiş de geçiyordu; sıra onlarda 😉 😀 😀

      Ve Ayça: İnanır mısın, benim de çıkış noktam kendi kardeşimdi, o yüzden ekstra sevdiğim bir karakter oldu Ayça. Başka abla-kardeşler için de aynı duyguları yaratabildiysem ne mutlu! 😀 Umarım senin Ayça’n da en az hikayedeki Ayça kadar mutlu olur 😉 Ama ben benim kendi Ayça’m Kore’de yaşasa bile hayır demem heralde, yeter ki Moon Jee gibi süper bir damat bulsun, haha! 😀 😀

      Yorumun için tekrardan çoook teşekkür ediyorum sevgili canlina! Artık blogdan bloga da görüşmek dileğiyle 😉 Sevgiler ^^

  4. Asıl ben teşekkür ederim böyle güzel yazılarla beni buluşturduğun için 🙂 Zaten uzun bir süredir okuyorum yazılarını.Blog açmak şimdiye kısmetmiş.Hep açmak istemiştim ama bilgisayardan pek anlamadığım için erteleyip durdum.Sonunda doğduğunda yüremeyi bilmiyordun onu öğrendin bunu da denemeden nasıl öğreneceksin canlina dedim ve burdayım^^ Bakalım ne olcak?
    Ve Moon Jee gibi damat bulduktan sonra istedikleri yerde yaşasınlar Ayça’larımız 🙂 🙂 Ne yapalım,bağrımıza taş basar severiz onları uzaktan 😛
    Haraboci ve halmoniyi eminim farketmişlerdir ama insan şunu yazıyım derken öbürünü unutuyor.Ben de şarkıların süper olduğunu söylemeyi unutmuşum mesela.Şarkıların bi çoğu burda dinledikten sonra müzik dosyalarıma girmekten kurtulamadılar 🙂

    • @canlina: ne iyi etmişsin! ben de blog dünyasına öyle adım atmıştım; insan yavaş yavaş öğreniyor her şeyi… yazmak ve okunuyor olmak çok güzel bir duygu; blog açmayı düşünen ve erteleyen herkese burdan bir defa daha iletmiş olalım 😉

      aynen dediğin gibi, yeter ki şöyle iyi kalpli, akıllı, sevecen, ve de yakışıklı kocalar bulsunlar, valla nerde yaşarsa yaşasın ben razıyım 🙂 şarkılar hakkında söylediklerin için de teşekkür ederim, ben de hep en sevdiğim parçalardan seçmeye çalıştım. tabii seçtiğim sahneye söz ve müzik uysun diye de uğraştım ama hikayedeki şarkılar genelde çok sevdiklerim arasından seçildi 🙂 iyi dinlemeler, dinledikçe bizi hatırla 😉

  5. ama ben yorum yazmadan yorumlar gelmiş bile^^ neyse hemen yoruma geçelim 🙂

    öncelikle bayıldığımı söylemiş miydim? 🙂 ellerine, yüreğine sağlık canım, çok güzel bir final olmuş bu 😀 son bölümde Sena’yı görmek gözlerimi yaşarttı hatta ciddi ciddi oturdum ağladım o sahneleri okurken.. benim ufaklık Sena’m büyümüş de Mira’cığın önce Türkçe öğrenmesine vesile olacak kadar kendine hayran bırakmış bebeciği 🙂 sanki kendi çocuğum büyümüş de karşıma geçmiş gibi oldum^^ yalnız konuşurken Ayça’ya bile vurması çok şirindi tam benim Sena yani elleri boş durmuyor 😛 Dreamers senin hikayede açıklanmış oldu ama üyelerimiz hala sır perdesi arkasında 🙂 ayrıca acaba bizim Sena’nın yakışıklı erkek arkadaşı kim olaki?? 😛

    gelelim Moon Jee’ye 🙂 o nasıl girişti öyle çingum, rüzgar gibi aldı kızı San Young’a da harika bir şekilde patlattı bir tane (valla içimizi soğuttu o yumruk 🙂 ) yalnız o sahnelerde Ayça’nın babasına bir şey olacak diye korktum ama adam Allah’tan zil takıp oynayacak kıvama gelmiş 😀 Moon Jee dururken San Young uyuzunu mu sevecekti adam zaten 🙂 sonra Moon Jee motordan öfkeyle inince, “eyvah bunlar tartışacak.” diye geçirdim içimden ama neyse ki Ayça olayları bir bir anlatınca hemen barıştılar. hatta şakalaştılar bile ‘“Doğru söze ne denir, seni taa altı ay önce sırtımda taşıdığım günden beri belim hâlâ düzelmedi!” diye sırıttı Moon Jee ve kafasına şaplağı yedi! Ayça yarı şaka yarı kızgın bağırmaya başlamıştı bile: “Zevzek! İnsan kibarlık edip “hiç de bile aşkım, sen tüy kadar hafifsin” falan der!”’ buna çok güldüm yaa, sanırım rahatladım bu sahneye kadar o yüzden rahat rahat güldüm 🙂 Ayça’nın surat ifadesine de (o_O) bayıldım 😀

    bizim çifte kumruların evlerine gittiği yaşlı çifti de çok sevdim 🙂 hele yaşlı teyzeyi Han Kyul’un halmonisini hayal ederek okudum 😀 damadın gelinden daha süslü olduğunu düşünmeleri de çok hoş bir ayrıntıydı^^ Halmoni de az değilmiş ama, top atsanız uyanmayız falan 😛 Ayça’nın olaylar sonrası yorganın altına saklanması da bana Eun Chan’ı hatırlattı, çok sevimliydi hayal etmesi 🙂 ve sonunda Ayça da Çin atasözlerini kullanmaya başlar 😀 😛

    Han Seul ve Hae In çok güzel bir çift olacak demiştim ben teeee ne zaman yaptığım bir yorumda 🙂 konser sonrası ilk adımları atılan güzel ilişkinin yıllar sonra bir bebecikle daha da büyümesi çok hoşuma gitti 😀 ayrıca bizim dörtlünün gerçekten de kocaman bir aile olmasına bayıldım 🙂 Mischa’nın cafe işletmesi, Kore’de kalması ve Ayça’nın en yakın arkadaşlarından biri olarak Beh Zhao’ya ayarlanmasına bayıldım 😀 Mira’ya zaten bayıldım, nasıl bir tatlılıktır o öyle 😀 Moon Jee’nin baba olmasına rağmen hala çocuk gibi olmasına bayıldım 😀 Hae In’in bebeğinin tekme atmasına Mira’nın “kaydeş çıkmak istiyoy” diye tepki vermesine bayıldım 😀 Dreamers’ın Mostly Harmless’la sahne alacak olmasına bayıldım 😀 Türkiye’de yapılan düğünü hayal etmeye bayıldım 😀 Mira’nın isminin bir sürü anlamı olmasına ve Sena’nın bu konuda “biliyordum, biliyordum.” diye bağırmasına bayıldım 😀 Sena’yı çok güzel yansıtmışsın gerçekten 🙂

    Sena’nın 4 yıl sonraki halini konuk ettiğin ve bana evladım büyümüş de karşıma geçmiş hislerini yaşattığın için teşekkür ederim canım 🙂 tekrar ellerine sağlık harika bir final olmuş 😀

    • @hayalmiyim: sevgili vefakar çingum, top yorumcu’m benim, hoşgeldin! ^^ bu finali beğenmen benim için önemliydi; çünkü senin yarattığın karakteri kullanırken biraz endişeliydim açıkçası. o yüzden beğendiğine çok sevindim; Sena da en az kendi karakterlerim kadar benimsediğim sevimli bir kızımız olduğu için hikayeme konuk etmeyi (ve bunu senin hikayeni spoil etmeden yapabilmeyi) çok istiyordum ^^ zaten teee kore’lerde birbirlerini bulmuş olan iki türk kızı bağlantıyı koparmamalıydı, öyle değil mi? 😉 okurken hissettiğin duyguları da anlayabiliyorum; ben de ayça’yla moon jee’nin çocuklarından bahsederken bi garip oldum, ayhh! 😀 😀 resmen çocuklarımı büyütüp evlendirmişim hissi doğdu içime, noluyoz yav?! 😀 😀 ayrıca mira’nın sena ablasına hayran olması beni hiç de şaşırtmadı; bilirsin minik kızlar böyle güzel ve tatlı ablalara bayılırlar! 😀

      gelelim yorumlarına: evet ya, moon jee’nin ayça’yı alıp kaçırmasında beni de en çok endişelendiren kısım babanın sağlığıydı; o kısmı da açığa kavuşturduğum için mutlu ve huzurluyum (adamcağızın derdi san young’laymış, koreli damatla değil! 😀 :D) sonra gelen barışma sahnesi yine bir kore dizisine göre çabuk olmuş olabilir, ama dram kısmını çabuk geçip mutlu son’a daha çok vakit ayırmak istedim açıkçası. ayrıca moon jee şeker gibi çocuk; o hiç sevdiği kıza küs kalabilir mi? 😉

      yaşlı amca ve teyzeyi ben de çok severek yazdım 🙂 han kyul’un halmonisi (ki şimdi ji heon’un da halmonisi oldu 🙂 🙂 ) tüm kore dizilerinin vazgeçilmez büyükannesi zaten; insan ister istemez büyükanne tiplemesi olunca onu hayal ediyor, di mi? 😀 çok da anlayışlı bir büyükanne çıktı, haha 😀 ayça’nın yorgan altına saklanması benim de aklıma eun chan’ı getirdi elbette; coffee prince’teki o romantik ve çocuksu sevişme sahnesini ne kadar sevdiğimi bilirsin 😉 ve ayça da “bedenime sahip olabilirsin ama ruhuma asla!” diyerek çin atasözlerine (!) olan saygısını ifade etti!! haha 😀 😀

      hae-han çiftini ben de çok seviyorum yau… ayrıca hiç de han seul’e haksızlık etmiş gibi hissetmiyorum kendimi; çünkü hae in çok şirin bir kız, hatta bence hae in ikinci kız değil, o da esas kız. ve doğru çiftler birbirini buldu bence: bilmiyorum, en azından yazarları olarak ben öyle düşündüm 😛 ve dörtlünün aile olması fikrini zaten taaaaaa 4. bölümden beri zihnimin bir köşesinde saklıyordum; karşıma bunu ifade edebileceğim bir fırsat çıkınca balıklama atladım tabii 🙂 tabii dört kişi kalmayacak, yakında altı kişi olacaklar, orası da ayrı! 😉

      sevdiğin sahneleri ben de çok severek yazmıştım, o yüzden yorumunu okurken “aa bak bunu da fark etmiş, şunu da fark etmiş” diye diye bol bol sırıttım 😀 şimdi de, dört sene sonraki halini gördüğümüz dreamers’ın kurulması ve gelişmesini okumayı sabırsızlık ve merakla bekliyorum. tabii sena’nın gizemli erkek arkadaşının kim olacağını da! 😀 😀 yorumun için tekrardan teşekkür ediyor, öpüyorum şekercim ^^

  6. ya bitti mi bu şimdi .hiç beklemiyordum çingu valla. ben daha sürer ayça ile moon jae acı çeker sürünür diye umut ediyordum . yazık oldu erken final gibi geldi bana şunları azcık daha süründüreydin iyidi 🙂

    ellerine sağlık ne kadar sıcak bir final oldu bu herkes mutlu onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine 🙂
    han seul ve hae ın mutlu oldu ya o bana yeter . çok yakıştılar çok . bütün karakterleri çok iyi yansıttın hepsinin sonu çok iyi oldu hiç bir şey muğlakta kalmadı tebrik ediyorum. ben nasıl bekleyeceğim yeni hikayelerini .

    şuan yüzümde koca bir gülümseme var ama bitti için de buruk bir his.
    hadi bakalım yeni hikayelerde görüşürüz 🙂

    • @winpohu: ahan da sadist çingum gelmiş! 😀 😀 sadist diyorum çünkü ayça’yla moon jee’yi bi tek sana sevdiremedik gitti, zavallıların acı çekmesinden mutlu oluyorsun resmen! 😀 ama ben mutlu son sever bir yazarım, kusura bakmıycaksın artık 😛 😀 hiçbir şeyi muğlak bırakmamaya özen gösterdim; kore dizilerinin havada kalan finalleri yüzünden senaristlere ne kadar küfrettiğimiz malum… bunca zamandır güzel yorumlarınla hikayeye eşlik ettiğin için teşekkür ederim canım, yeni yazılarda buluşmak üzere 😉

      • sadist değilim ya . hem hikaye bitmemiş olurdu hem de onlar biraz sürünse benim de içim rahat ederdi. moon jae yi seviyorum ama bu demek değil ki onaylıyorum. han seul taraftarı oldum ben ondan 🙂
        sadece sende değil kimbap ın hikayesinde de ji sun mutlu olana kadar tae yi protesto ediyorum ki tae yi de severim yani 🙂
        yeni hikayeler için düşünmeye başladın mı 🙂

      • @winpohu: han seul de mutlu oldu ama bak 😀 koreli senaristlerin hıyarlığını yapıp ikinci adamı yalnız bırakır mıyım hiç, ona da en tatlı kızlardan birini seçtim, değerimi bilsin valla 😛

        yeni hikayeler düşünmeye başlamadım; biraz emekliye ayrılacağım 🙂 sizin hikayelerinizi okuyacağım şimdi 🙂 sen kadim’le ilgili yeni bir şeyler yazıcam falan diyordun, ne oldu o iş?

      • @winpohu: vayy, sonbahar esintisi! ismi çok güzelmiş. koreliler’in de çoktur ya mevsimli dizileri (winter sonata, autumn’lu da bir şey vardı…) seninki de onları çağrıştırdı şimdi bana. bir an önce bilgisayara aktarsan ne güzel olur!

  7. oyyyşşş ne kadar doyurucu bir son oldu bu böylee, çok çok güzel bitti hikayemiz ben kendi adıma kesinlikle tatmin oldum ellerine sağlık hikarucum 🙂

    düğünden gelin kaçırma kısmı çok güzeldi, bu bölümün gerçek gelin damadı ikili oldu işte ne güzei, moon jae’ye de beyaz deri ceketli damatlık yakışırdı zaten dimi ama 🙂 gerçi o idol makyajından yaptıysa biraz tuhaf kaçabilir ama neyse her hali gider bu çocuğun 🙂 ayça da az çakal değil, demek bayılacaktı ha, bence güzel plan 🙂 babalarına da ayrıca bittim ya “O deri kıyafetli oğlanı bulursam alnından öpücem, bizim kızı bu hayta herifin elinden kurtardı!” deyip duruyor!” ahahaha 🙂 adam erkekten anlıyor kardeşim işi ona bırakın siz 🙂

    halmoniyle haraboci de şahane karakterlerdi, adamın her şeye homurdanması kadının da homurdama şifrelerini çözmesine çok güldüm 🙂 bi de kafa insanlar yani, biz derin uyuruz keyfinize bakın falan dedi çatlak ihtiyarlar 🙂 e moon jae “şunu bizim hanıma da öğretsene” falan olayına girince tam karı koca gibi oldular zaten sorun yoktu 🙂

    hikayenin sonunda en ufacık bir boşluk bile kalmadı nasıl sevindim bilemezsin, Koreli senaristlerin senden ders alması gerekir, san young’dan mischa’ya, jae hwa’ya kadar herkesin neler yaptığını öğrendik, senaristin dikkatli olması da ne güzel şeymiş canım 🙂 mischa’ya çok sevindim paçasını kurtarmış pis işlerden, çöpçatanı da hazır, sonu iyi o kızın belli 🙂 han seul hae in çifti de tam olması gerektiği gibi oldu işte, en başından beri böyle olması gerekliydi zaten yola geldiler 🙂

    mira da tam joong kinin kızı olmuş yani o ne güzellik öyle 🙂 mira ismi de tam bizimkilere uygun fazlaca international bi isim olmuş şahane 🙂

    evlilik yıldönümü hediyesi “Türk deyim ve atasözleri sözlüğü” ha ahahahha 🙂 bu bölümün bombası da bu oldu bence, Çin atasözü sorunsalı çözülmeden hikaye bitse içimde kalırdı bak 🙂

    bizlere şahane bir 18 bölüm armağan ettiğin için çok teşekkürler hikarucum, ellerine yüreğine sağlık, yepyeni hikayelerinde görüşmek üzere^^

    • @masalevi: teşekkür ederim tatlım ^^ hiçbir şeyi dışarıda bırakmamak için azami gayret gösterdiğim bir finalle bitirmiş bulunduk! üzerimden ağır bir yük kalktı, artık normal hayatıma dönebilirim! 😛 😀

      “düğünden gelin kaçırma” çok klasik bir kore dizisi sahnesi olmakla birlikte dayanamadım ve bu klişeyi kullandım!! çünkü o ikisini gelinlik ve damatlık(!)la motosiklette giderken hayal etmek çok keyifliydi 😉 ayça da çakalın önde gideni, onda san young’la evlenecek göz var mı hiç? 😉 ben de senin “adam erkekten anlıyor kardeşim işi ona bırakın siz” yorumuna bittim, haha, ne güzel demişsin! 😀 😀

      halmoni ve harabociyi ben de çok sevdim yau. böyle kafa ve misafirperver ihtiyarlar her kaçak çifte lazım! 😀 😀 işte kime niyet kime kısmet; bizim gelin gerçekten de gelin oldu o akşam, eheheh 😀 😀 😛

      mischa’cığı sevindirmeden olmazdı, onu da kötü yoldan çıkardık, rahatız artık! 😀 han seul-hae in çiftinin mutluluğu, mira denen şeker parçası, hepsini kurgulamak ve yazmak acayip keyilfiydi! 😉

      veee atasözleri! valla bir türk olarak atasözlerimizin çinli’lere mal edilmesine daha fazla izin veremezdim, ahah! 😀 😀

      ben de sana güzel yorumlarını hikayemden eksik etmediğin ve senaristinizi pek güzel yönlendirmede katkıda bulunduğun için teşekkürler ediyorum canım çingum. ve harika hikayen kalp hırsızı’nda görüşelim artık diyorum ^^ sevgiler, öpücükler! ^^

  8. Unnim mükemmel bir final olmuş! Ellerine emeğine sağlık. Gerçekten de çok büyük hayal gücüne sahipsin, ayrıca da anlatmak istediğini öyle güzel ve akıcı anlatıyorsun ki sanki karakterler önümüzdelermiş gibi bir hisse kapılıp aslında okumuyor, izliyoruz!
    \(^_^)/
    Yalnız iyi ki uzun yorumumu yazmışım bir önceki bölümden, çünkü yazıp yazabileceğim en uzun bölüm özeti oydu. 😀 Şu anda öyle şoktayım ki… Emin ol yazarken ellerim titriyor heyecandan. 😀 😀 Mutlu, sevinçli, hikaye bitti diye çooook mutsuz, birazcık şaşkın, yani her telden hislerle kocaman bir gülümseme eşliğinde bişiler yazmak geldi içimden, umarım bu heyecanlı okurunun cümlelerinin düşüklüğüne aldırmazsın. 😀
    Öncelikle bi maaşallah demeden geçemeyeceğim! Vay anasını sayın seyirler! Düğünler dernekler kurulmuş, mini mini yavrucaklar türemiş, kedi gibi çoğalmış karakterlerimiz. 😀 Çekirdek 4lü süper bi kavram! Çok tebrik ederim. 😛 Bir de şu halmeoni, halaboji olayında çok güldüm. -> Homur homur. xDxD
    Sonra… Şu malum gece! Owwwww! (Neler dönüyor burda bakim? Kapayın gözleri. O_o) 😀 Gerçi uyarı koymamışsın (beni düşünerek yaptığını varsayıyorum Unnim. 😛 Hiç gocunmadan, vicdan filan da yapmadan finalde ne var ne yok okudum. Süpersin. Öpücüklerimi gönderiyorum. 😀 )
    Tanışma yıldönümleriyle junior Moon jee & Ayçanın doğum gününün aynı güne denk gelmesi de süperdi, 3. olaya da vesile olacakmış, maşallah ne günmüş yahu! Tarih ve saati istiyorum, uğurlu günüm mü diye kontrol edeceğim. xD
    Veee Moon Jee’den çok iyi baba olur diyorum. 🙂 😀 Han Seul’le Hae In’e mutluluklar, Hae In’e iyi doğumlar, göremesek de Jae Hwa ve eşine selamlar, Mischa’ya işte ve aşkta başarılar (çöpçatan Ayça iş başında. Ayrıca öğretmenimiz beyefendiyi de tekrar gördüğümüze çok mutlu olduk.) xDxD, sevgili falcıya selamlar, (onun da güneşin peşinde, ayın peşinde şeklindeki sözleri geçti bölümde, hikayede tekrar geçsin diye rica etmiştim, beni kırmadığın için teşekkür ederim Unnimm. mucuk mucuk.) ve diğer bütün dizi karakterlerine mutluluklar dilerim. ^^
    En çok yorumlayanlarda adımın geçmesine de çok sevindim. ❤ ❤ ❤ Böyle güzel bir hikayeyle hepimizin hayatına pırıltılar kattığın, bizi gerek gülümsetip gerek duygulandırıp gerekse heyecanlandırdığın hiçbir sahne hafızamdan silinmeyecek Unnim, bir gün canlı canlı TV'de görmek, senin büyük isimlerle biraraya geldiğini duymak en büyük dileğim. Hayatında hep mutlu ve başarılı olmanı diliyorum. Sevgilerimle. ^^
    Not: Benden de hikaye bekliyormuşsun, mesajı aldım, tamamdır, yaz tatilinde çalışmalara başlıyorum. 😉 Sevgiler saygılar. ^^

    • @harmony: canım benim, çok teşekkür ederim, senin bu içten yorumlarını çok özleyeceğim 🙂 yazarken hissettiğim duyguları size de iletebilmek en büyük emelimdi; bunu başardığımı düşünüyorsanız ne mutlu bana!

      “Düğünler dernekler kurulmuş, mini mini yavrucaklar türemiş, kedi gibi çoğalmış karakterlerimiz.” Ahahah, çok güldüm, doğru söze ne denir? 😀 😀 Çekirdek 4lümüz şimdi 6lı olmak üzere 😉 Moon Jee ve Han Seul anne-babalarını küçük yaşta kaybeden iki kardeş olarak hayattaki en güzel şeye; yani kocaman bir aileye sahip oldular, sanırım onlar için hayal edebileceğim en güzel gelecek planı buydu! 😉 Malum geceyi artık “nasolsa daha fenalarını da okuyor bizimkiler!” diyerekten uyarısız koydum bu sefer, hahaha 😀 😀 Ama siz yine de Ayça’ya özenmeyin bakiym! 😛 😀 😀

      Tanışma yıldönümleri mayıs ayında bir gündü; ama tam olarak hangi gün olduğunu ben de bilemiyciğim, sorry! Eğer doğumgünün mayısa falan geliyorsa direk o günü ilan edelim!

      Moon Jee’den gerçekten de süper baba olur, o zaten hiç büyümeyen çocuklardan! Hae In ve Han Seul’cuk de bundan sonra mutlu olacaklardır 😉 Hatta bebekleri çizgi gözlü acayip şirin bir oğlancık olacakmış; biz öyle duyduk 🙂 😀 Mischa da mutlu; falcımızsa bu hikayede yeniden uzun bir sahne kapamadı ne yazık ki, ama ileride bir başka hikaye yazarsam onu da kesinlikle kullanmayı düşünüyorum! Yani Rama-san mutlaka sıhhat ve afiyettedir, sihirli baklalarıyla mutludur, hiç merak etme sen 😉

      Bunca zamandır güzel yorumlarını hikayemizden eksik etmediğin için asıl ben teşekkür ederim canım! ^^ Genç okurlara da seslenebildiğimi hissetmek acayip güzel bir duyguydu; bunu bana yaşattığınız için teşekkür ederim ^^ İnşallah günün birinde yüz yüze de görüşürüz diyorum; o zamana kadar blogdan bloga misafirliğe devam 😉 Ve hemen tekrar belirteyim: senin hikayelerini de merakla bekliyorum 😉

      • Ben aslında hikayenin sahibi yorum yazdıktan sonra yeniden yazmam, zaten cevabımı almış olurum. 😀 Ama burda bir istisna var! Benim doğum günüm Mayıs’ta sayın hikaye sahibi! O_o 😀 😀 Ama hangi gün olduğunu yazıp da kendimi burda ifşa etmeyeyim, inşallah bir gün yüzyüze buluşursak (o zamana ben üniversitede filan olurum heralde) söylerim. ^^ Sen şimdiden aklından bir sayı tut, bakalım o da doğru çıkarsa seni yüzyılın müneccimi ilan etmek farz olur. 😀
        Ha bi de şuna cevap vermeliyim: Ayça büyümüş, kocaman kız (kadın pardon) olmuş, bizim (yaşıtlarıma söylüyorum tabii, büyüklere söz yok.) daha yaşımız, başımız kaç, statümüz ne, hayallarimiz, amaçlarımız ooo bir sürü şey var… Yani daha sevgili filan çoooooook uzak. 😀 Hele de Ayça’nın yaşına gelene kadaaaaar, bi de Ayça okumuş yıllarca, mesleği de elinde, zaten evlenecek bunlar, orası da kesin, yani çok aşırı karşılamadım o meseleyi. Ama tabii ben o durumda olsaydım… Yani meslek elde, evlilik kesin, böyle bi şeyi yine de aklımdan bile geçirmezdim ama Ayça aklından geçirse de geçirmese de onun tercihi, bana aşk pıtırcıklarına mutluluklar dilemek düşer. 😀
        Beklediğim selamları ve mutlu haberleri de aldığıma göre artık hikayenin bittiğini kabullenme vakti… Falcıyla ilgili yeni hikayeni okulun bittikten sonra yaz Unnim, gördüm önceki bölüm yorumlarında, derslerini etkiliyormuş bu hikayeler, senin mutlu bir yüksek lisans öğrencisi olman bizim güzel Unnimize daha çok yakışır, tabii yazarlığını özlemeyeceğimiz anlamına gelmesin bu söylediğim. 🙂 Son olarak, senin de bu samimi ve içten cevaplarını çok özleyeceğimi belirtmeliyim. Bloguma pek uğrayamıyorum bu aralar, derslerim epey yoğunlaştı, ama misafirliğe devam elbette, görüşmek dileğiyle, sevgiler. ^^

      • @harmony: gerçekten mi?? vay be, benim de rama-san gibi gizli güçlerim olduğuna inanmaya başlayacağım! 😀 😀 içime bir sayı doğuyor ama burda yazmayayım, bir gün yüz yüze geldiğimizde söylerim 😉 tekrardan ellerine sağlık fıstık, yorumlayan ellerin dert görmesin! 🙂 sana da derslerinde çok çok başarılar, kolaylıklar dilerim. öpüyorum canım ^^

  9. bures_mi dedi ki:

    evvveeeeeeeeetttttttttttttttttttt uzun zamandır meydanlarda yoktum.:S Ehhhhhhhhhhh civcivlerim(?) sağolsun bütün bölümlerini okusam da yorum yazmak bir türlü nasip olmadı.Şimdi son bölüm olmasının hayrına yorum yazabiliyorum.Şimdi bakııyorum da çaktırmadan da olsa yorummmmmmmm yazmayı özlemişim.Bu arada sağ salim ve güzel bir sonla hikayeyi bitirdiğin için tebrik ediyorum.İyi ki yazmışsın ve iyi ki okuyabildik…. Ne diyeyim haayırlısıyla inşallah hikayeyi yazmak ve bitirmek bize de nasip olur 🙂 Darısı başımıza 😀 bu ne yavvvvvvvv sanki evde kalmışlara dua ediyozz da amin der gibi her neyse daha fazla saçmalamayammmmmmm Doktoranda da başarılar diliyorummm.Bakalım MEB dil sınavını geçersem ben de oradayım seneye inşallah 😀

    • @bures_mi: yeniden hoşgeldin çingu, yorumun için çok teşekkür ederim. senin renkli yorumlarını özleyeceğim 🙂 bu arada sen de hikaye yazıyorum diye bizi heveslendirdin ama bir daha ses çıkmadı; bir an önce yazılarını nette görmek istiyoruz 😉 MEB konusunda iyi şanslar ve başarılar diliyorum, inşallah olur, sen de gelirsin yurt dışına. sevgilerimle canım ^^

  10. bures_mi dedi ki:

    sorma ya ben de yayınlamak istiyorum ama şu aralar öğrencilerimle yoğun çalışma içindeyim.Zihin engelliler öğrencilerim:( bir de okulun en umutsuz sınıfı düzeltmeye çalışıyorum işte ama ölmez sağ kalırsam bu hafta sonu blog açacağım elbet açınca hikayesi de gelir 🙂 inşallah 🙂

  11. bures_mi dedi ki:

    aha nihayet blog açtım ama wordpressten değil:( beceremedim onu nedense:) her neyse anasevdas.blogspots.com tanıdık tanımadık herkesi bekliyorum ehhhhhhh acemi işi hikaye okumak isteyenler de bloğumuza uğrayabilir 🙂

  12. (Bu yorumumu çoktan yazmıştım ama bir türlü buraya ekleme fırsatı bulamamıştım. Yeni hikaye haberi gelince aklıma geldi:) Buna son yapmadan diğerine başlamayayım dedim 😛 )

    Bir önceki bölümü nasıl bağlayacaksın diye düşünürken beklediğimden daha güzel bir finalle karşılaştım. Moon Jee ve Ayça’nın yıllar sonraki halini okumak gerçekten güzeldi. Moon Jee’nin herkesi toplayıp ciddi hatta duygusal bir konuşma yapacağını sanıyordum 😀 Yumulun millet tam Moon Jee’ye göreydi doğrusu! 😀 haha 😛

    Mira ismini çok sevdim, anlamını daha doğrusu anlamlarını ise daha çok sevdim. Ne güzel bir isim seçmişsin. Çok uyumlu! Bu ismi not ediyorum, ilerde lazım olur 😀 😛

    Her yorumumda sormak istediğim ama unuttuğum bir şey var 😀 Kardeşin için yazmıştın bu hikayeyi, beğendi mi? (Beğenmemek gibi bir lüksü yok bence, sen bu kadar güzel yazmışken 😛 )

    En sevdiğim şey doya doya mutlu son okumuş olmamız, ellerine sağlık:)

    • @mydestiny: sağol canım, senin de ellerine sağlık, beni güzel yorumlarından mahrum bırakmadın.

      koreli senaristlere örnek oluşturacak bir final yazmak için kastım, öhöm 😀 😀 jeju adasına hepsini toplayıp döve döve final yazmayı öğretecektin ya, beni de başlarına nazi müdürü olarak alabilirsin! 😛

      moon jee otuza yaklaşsa da gene çocuk 😀 hep çocuk kalacak bir insan o… “yumulun millet!” tam ona göre bir laftı cidden 🙂

      mira ismini ben de çok sevdim; koreli-türk ortak yapımı bir çocuğa çok yakışacağını düşünüyorum 😉 ileride lazım olursa kullanmaktan hiç çekinme 😉

      kardeşime yazmıştım ve beğendi evet 🙂 ama sonra başımın etini yedi yeni hikaye istiyorum diye 😀 😀 cecung’lu hikaye de o yüzden geliyor zaten (kendisinin son favorisi jaejoong, o yüzden… :P)

      yeni hikayelerde, yazılarda görüşmek üzere ^^

  13. minekibuu dedi ki:

    Çok güzeldi canım teşekkür ederim. dizi keyfim tavan yaptı resmen. bilgisayarın başından kalkmam gereken her defa, sürekli elim mouse a gitti akan görüntüleri durdurmak için 🙂 herkesin doğru yolu bulduğunu (yorumcu burda yoğun olarak Han Seul u kastediyor) ve mutlu olduğunu görmek güzeldi. Ayrıca halmoninin anlayışına bayıldım. Menopoz bile içindeki anlayışlı hatunu öldürmemiş. Han Seul de tanısaydı keşke halmoniyi. Neyse neyse yeni hikayeye yetişmenin haklı gururuyla yorumumu noktalıyorum 🙂 gidip il woo için çemkirme hazırlığı yapmam lazım. gerçi JJ de heykel gibi maşallah.

    • @mine: asıl ben teşekkür ederim canım, vakit ayırıp okudun böyle 🙂 herkese doğru yolu buldurmayı başaran senaristiniz olarak övgüleri ve çiçekleri burda kabul ediyorum, senden gelen plaketi de büfemin en güzel yerine yerleştirdim 🙂 😀 halmoniyle haraboci süperdi di mi, bu kıyaklarından sonra moon jee zengin olunca onları da ihya etmiştir 🙂 diğer hikayede buluşmak üzere 😉

  14. Seni şanslı karı!
    Seni şanslı çocuk!
    Siz nesiniz ya? Böylesine tatlı iki çift olabilir mi şu dünyada? Of of bu hikayeler yüzünden hayal dünyam büyüdükçe büyüyo. İleride erkek arkadaşım hiçbir şekilde tatmin edemeyecek beni jsfsdjgsşdfjgbsdfgbds.
    Ama şimdi ayça ailesine nasıl açıklama yapacak? Babası bi kalp krizi daha geçirirse :O hayır bir de son bölüm yani başka da yok nasıl olucak ki? Jvjfvbserbvesr

    Bi dakika ya bu yaşlı çift yoksa? :O 😀
    -bu arada söylemeden geçemicem ben bu şarkıya bayılıyorum-
    Yuh! Ne atmışım. Ben de aradaki bütün olayları atladın aradan bi 30 sene geçirdin sandım sdfghjkvsjdfbsjbrgse. Neyse tahminlerim hep tutacak değil ya 😀
    İl woo? Hoh hoo demek ilk burada karşımıza çıkıyor beyefendi sadece ismiyle 😀

    Han seulü de kaptırdık ama olsun ya. Hae inle baş etmem imkansız denebilecek kadar bile mümkün değildi. Oturmadı da içime mutluyum yeaa. Han seul mutulu=ben mutlu *o*

    Hiç de bile ayça san younga haksızlık etmedi. Kız ne onu evlenme vadiyle kandırdı ne de ufaktan da olsa bi ümit verdi. San young kendi etti kendi buldu. İşte bu yüzden aptallığına üzülüyordum oh olsun ona. Akıllansın biraz. Hayat onun gördüğü kadar toz pembe değil hıh.

    Halmoni de az değil hee. Top atsanız uyanmayız falan öhö öhö aile var burada dimi ama adljfsrjfsrbsdf.
    Moon jee’nin “Korkma kız, sadece sarılacam, valla bak!”” lafı bana şabanın kemal sunalın repliklerine benzettim hatta onun sesinden duydum resmen jnfljbgsşjrbserovjbes.
    Ayçanın düşüncesine kesinlikle katılıyorum. Evleniyorsun ve herkesin kafasında sizin gece ne yapacağınız var. Sapıklık bu ya. İnsan rahat rahat sevdiğiyle birlikte olamaz valla o durumda ldnfşsljfsşdjgbsd. Ayça, seni çok iyi anlıyorum evladım öhöm.

    Mischanın da mutlu olduğunu gördüğümde nasıl sevindim anlatamam. En başta sevmiştim zaten onu. Sdfghjgşjsrşgjbsdgbsdr. Mischayı ayarlamak istediği kişi şu han seulün komiser bi ne rütbeli polis arkadaşı değil mi? Yanlış mı hatırlıyorum yoksa? İsimler karışmış olabilir doğaldır jdbşsjfgbsdşjfgbsd. Tam adamını bulmuşlar dbşsljfgbsdbgd.

    Mira mıııı :O ilk gece dediler aldırış etmediler tabi dimiii sizi yaramaz veletler sizi dlfsşlfjgsjfgdsşrj. Ben bu aleynanın tipini yerim ya ne tatlı bir şey bu böyle 😀 yanacıklarını mıncırdığım.
    Vuhuu jae hwa bile evlenmiş he 😀 heyt beee
    Aa sen de rus salatasının ismini doğru kullananlardansın :O şuan ayrıca mutlu oldum dfnsagfgnsdrjgbsr.
    Oyun arkadaşı mıııı :O :O :O han seul hep kardeşini kıskandığı için oluyor bunlar ldlslfnsjbgsd
    Kıskanır valla. Ben olsam kıskanırdım boru mu tahttan minicik bir şey yüzünden inmek söz konusu burada djbfajfbaşfbrbjf
    Mira abla mı? Ayça da mı hamile? Okurken kaçırdığım bir yer mi var O_O
    Vuu joon hwa gay dedikodularından kurtuluo yu rayı kapmış bakıyorum hoho
    Çocukların günahını aldım yav. İlk gece mağduru değillermiş jdfşlsjadfbnaşsdjfbaşsdjbf
    Mira ismini çok düşündün mü? Ya da çok araştırdın mı? Anlamı olmayan ülke yok gibi jlnvsjfnvsrjbfsourbe. Çok iyi ya jgfljsgfsjegbsojubf
    “Hepimizin Hae In’in evinin önünde karşılaştığı ilk gün dediğim şey doğru çıktı,” diye düşündü, “gerçekten de kocaman, mutlu bir aile olduk…” hiiiyyy yerim ben seniii. Sen ne ara büyüdün de böyle konuşuyosun bakiiim.
    Anaaam ben de o özel günün anlamı ne diyordum. Tanıştıkları zaman mıymış yani 😀

    Ya ama çok güzeldi ya 😀 ne kadar kendime verdiğim sözü tutamasam da en azından okuyacak kitabım var diyip kendimi avutuyorum 😀 ellerine, kollarına, hayal gücüne, beynine, internetine, bilgisayarına kısaca bu hikayeye ulaşmamızı sağlayan her şeye teşekkürlerimi bir borç bilirim. Kalbimi hoplata hoplata bitirtti kendini hemen. Çok eğlendim okurken. Ne kadar yorumlarla hikaye bloguna kaçak post döşesem de napıyım kısa yorum yapmayı becerebilen bi insan değilim :/ çenem maşallah yerlerde geziyor. Umarım fazla başını ağrıtmamışımdır. Bu güzel performansının aynısını rüyalarımdaki prenses için de bekliyorum demedi deme. Hoş o da ayrı bi heyecanla gidiyor ama neyse söylemeden geçmiyim dedim 😀 şimdi sıra geldi onu beklemeye ayhh heyecan yaptım yine 😀 o zaman bu geveze artık susar. Böyle eğlenceli zaman geçirmemi sağladığın için teşekkür edip yanacıklarından öpüyorum. E ben artık gideyim ^^

    • @seyma: veee işte sonuna geldik… sen zaten “seni şanslı çocuk! seni şanslı karı!” diye olayı özetlemişsin, ajskjakj 😀 😀 ayrıca şu yüce gönüllülüğünü de tebrik ediyorum: “Han seulü de kaptırdık ama olsun ya. Hae inle baş etmem imkansız denebilecek kadar bile mümkün değildi. Oturmadı da içime mutluyum yeaa. Han seul mutulu=ben mutlu *o*”

      Halmoni de az değil di mi? gençlerin halinden anlıyor, askjsakaskal 😀 😀 moon jee’nin sesinde kemal sunal’ı duyman hiç olmadı ama, ahahah 😀 😀

      “Ayçanın düşüncesine kesinlikle katılıyorum. Evleniyorsun ve herkesin kafasında sizin gece ne yapacağınız var. Sapıklık bu ya. İnsan rahat rahat sevdiğiyle birlikte olamaz valla o durumda ldnfşsljfsşdjgbsd. Ayça, seni çok iyi anlıyorum evladım öhöm.” ahahah, ben de ben de! hep böyle düşünmüşümdür 😉

      evet ya, mischa’yı ayarlamak istediğimiz kang ji hwan yakışıklısının can verdiği polis arkadaş 😛 yakışır valla di mi?

      “Mira mıııı :O ilk gece dediler aldırış etmediler tabi dimiii sizi yaramaz veletler sizi dlfsşlfjgsjfgdsşrj.” ahahah, yok öyle bi şey, zaten okuyunca görmüşsün sen de 😀 😀 “Ben bu aleynanın tipini yerim ya ne tatlı bir şey bu böyle yanacıklarını mıncırdığım.” di mi yahu, acayip şirin bir bebe, yirim! mira ismini öyle tesadüfen görüp çok hoş bulmuştum; fırsat bulunca kullanmadan edemedim 😉

      ve güzel sözlerin yok mu, ilk okuduğumda da, şimdi cevap yazarken de beni acayip mutlu ettin canım. çok ama çok teşekkür ediyorum. senin de bu güzel yorumlarla blogumu şenlendirmeni sağlayan ellerine, kollarına, hayal gücüne, beynine, internetine, bilgisayarına sağlık! 😀 😀 “Bu güzel performansının aynısını rüyalarımdaki prenses için de bekliyorum demedi deme.” ahahah, inşallah diyeyim 😀 😀 ben de senin yanacıklarından öpüyorum, yine beklerim 😉 😀 😀

hikaruivy için bir cevap yazın Cevabı iptal et